Medya; Can Bonomo • Tastamam
Ayaklarımla yerde ritim tutturmuş, kollarımı önümde çarprazlamış, kaşlarım çatık, sinirlerim gerilmiş bir şekilde Dolunay'ı gördüğümde okulun önündeki bankta oturmuş ve beni zerre sikine takmayıp önündeki kitaba odaklanmış bir şekildeydi. Bu beni daha da sinirlendirirken dünkü küçük tartışmanın tribini atıyordu güya.
"Dolunay neyin tribini atıyorsun canımın içi?" dediğimde sinirlerime hakim olmaya çalışıyordum.
Yine yüzünde beni dinlediğine dair herhangi bir mimik bile oynamazken önündeki saçma salak bir kitaba kafasını gömmüştü.
Sonunda dayanamadım ve elindeki kitabı bir hışımla elinden çekip aldım. Anında kafasını kaldırıp o görmeyi özlediğim buz mavisi gözlerini bana dikti.
"Verir misin?" dedi sakince elini öne uzatarak.
"Hayır. Konuşucağız." diyerek kitabını arkama sakladım.
"Ne konuşcağız Savaş? Dün dedin diyeceğini zaten daha ne konuşucaksın?"
Şimdi Dolunay da kaşlarını çatmış sinirle bana bakıyordu. Sarı kıvırcık saçlarına elini atıp düzeltti.
"Ben öyle demek istemedim. Özür dilerim."
"Söyleyemem ben kimseye, saklayacağım. Sen de öyle yapacaksın diyen babaannem miydi?"
İşte şimdi ses desibeli artmış bir Dolunay vardı karşımda. Onun aksine ben daha sakin ve daha ılımlı yaklaşmaya çalışıyordum.
"Tamam öyle dedim ama sende bu kadar abartmasan mı? Yani sonuçta bizi yan yana görenler sevgili zannedecek halleri yok ya." Dünya'nın en mantıklı açıklamasını yapmışım gibi bakıyordum Dolunay'a.
"Gerçekten işleri zorlaştıyorsun." dediğinde zil çalmış, nöbetçi öğretmen saniyesi saniyesine bahçeye inmiş ve herkese içeri geçmesini söylemeye başlamıştı.
Yüzüme bile bakmadan elimde tuttuğum kitabını alıp ayaklarını yere vura vura sinirle sınıfa yürüdü. Ben de arkasından sabır çeke çeke peşinden gittim.
* * *
Bir dahaki tenefüse kadar beklemek zorunda kaldığım 40 dakikalık kimya dersinden sonra nihayet o çalmak bilmeyen zil çalmış, sonunda bende ve diğer kader ortaklarım hocanın gazabından kurtulmuştuk.
Bu süre zarfında beni dinlemeyen Dolunay'a attığı tribine söve söve konuşmaya çalışıyordum.
"Benden tam olarak ne istiyorsun?" dedim en sonunda sabrımın sonuna gelerek. Çocuk resmen peşinde beni köpek etmişti.
"Gizli saklı iş çevirirsen daha beter hâl alır. Gel söyleyelim annene, anlatalım durumu. Bak bence vallaha anlayışla karşılar ya."
"Daha bunun için çok erken değil mi? Yani elbette söylemeyi bende isterim ama bana bunun için biraz zaman ver. Bak Dolunay, benim bir tek annem yanımda ve onunda bana sırtını çevirmesinden korkuyorum." diyerek suratımı astım. Annem tek oğlunun gay olduğunu öğrendiğinde yüzündeki şok ve hayal kırıklığını görmek istemiyordum.
Derin bir nefes verdi bana bakarak. "Anladım, afedersin. Seni fazla sıkmak istememiştim. Sen ne zaman hazır olursan, ne zaman kendini hazır hissedersen söyle. Unutma, ben senin hep arkandayım."
Sınıfta birkaç kişi kendi halinde takılmasını fırsat bilerek hızlıca alnıma öpücük koyup geri çekildi. Bu beni hem psikolojik açıdan, hem ruhen, hem de bedenen rahatlatırken gülümsememe engel olamadım ve sıranın altından elini tuttum.
"Seni sevdiğimi hissedebiliyorsun değil mi?" dedi fısıldayarak. Gözlerimi buz mavilerine kilitlediğimde titrediğine şahit oldum. Göz bebekleri büyümüştü.
"Daha önce hiç hissetmediğim şeyleri bile senin sayende hissetmişken, bana olan sevgini mi hissedemeyeceğim?"
Derin bir nefes aldım. Ama öyle kolay bir nefes değildi bu, sanki göğsüm sıkışmıştı. Heyecandan midemde uçuşan o börtü böcek yukarı tırmanıp göğüs kafesime yerleşmiş gibiydi.
Sonra verirken de zorlandım. Bu seferki heyecandan değildi. Heyecan göğüs kafesimi acıtmazdı.
"İyi misin? Kızardın Savaş?"
Dolunay'ın sesini duymamla kafamı anlamsızca sağa sola salladım. "İlacım, ilacımı getirir misin?" dedim öksürerek.
Hızla çantamı alıp ön gözünü açtı ve mavi tüpü çalkalayarak ağzıma yerleştirdi. Daha elimi bile kaldıramadan tepesinin üstüne bastırdı ve anında ağzıma dolan hafif sıvı ve hava karışımını tatsız ilacı ciğerime yolladım.
Ağzımdaki ilacı çektiğinde bir kez daha kuru kuru öksürdüm.
"Sinan şu arkadaki camı açsana." diyen Dolunay'a kafamı çevirerek, "İyiyim ben, bir şey yok." dedim.
"Biliyorum, gel yine de cam kenarına geçelim."
Ayağa kalkıp hızlıca cama doğru yürüdüm ve gelen rüzgarla rahatlayarak hava yollarımı ferahlattım.
Dolunay ise elini sırtıma koyup sıvazlayarak beni kendi çapında rahatlatmaya çalışıyordu.
Sanki geberiyorum amına koyayım.
"İyiyim ben, ilacımı içmeyi unutmuşum dün gece. Ondan olmuştur."
"Niye unutuyorsun Savaş, biraz daha dikkat etsene sağlığına. Ödüm kopuyor sana bir şey olucak diye." çıkıştığında ona ters bir bakış attım.
"Lan astım sadece, abartma sende annem gibi."
Cam kenarında yeterince akciğerime hava gönderdikten sonra tekrar sırama yerleştim. O sırada da zaten zil çalmıştı.
Arka sıraya, yani Dolunay'ın sırasına oturduğumuzda kolunu omuzuma atıp kafamı omuzuna yaslamamı sağladı. Bu hareketleri başkalarında gördüğümde genelde çok vıcık vıcık buluyordum. Ama şimdi o hareketlerin sırrını biri size yaptığı zaman öğreniyordunuz. Yapılanlar uzaktan normal görünüyordu ama hissiyat çok farklıydı.
"Seni öpmek istiyorum." dedi ve burnunu saçıma sürttü.
"Öp o zaman."
Kıkırdadı ve boşta olan diğer eliyle sıranın altından elimi tuttu ve birbirlerine kenetledi.
"Kursağımda bırakırlar. Baş başa kaldığımızda sözüm olsun."
Gülümsedim. Öpmek istiyordu, öpsün istiyordum. Ama toplum bizi hor görüyordu. Umursamamaya çalışsak da sineklerin sayısı çoğaldıkça çıkardıkları sesler fazlalışıyordu ve bu ister istemez bizi rahatsız ederdi.
Tek başıma asla baş edemezdim, ama şu an omuzuna başımı koyduğum bir adam vardı. Onunla başaracaktım.
Gökkuşağımızın altında oldukları sürece renklerimizin onlara zarar vermediklerine inandıracaktık.
-----
ŞİMDİ OKUDUĞUN
buz mavisi • texting | gay
Teen Fiction[tamamlandı] • "O, buz mavisi gözlerinin beni ne kadar azdırdığını görmek ister misin?" • 250720 🌈