34

8.7K 571 240
                                    

Medya; Elçin Orçun • Okyanus

Cumartesi günün serin bir kış akşamıydı. Tam da ders çalışılacak havaydı ve ben de tam olarak öyle yapıyordum. Neredeyse bir saattir test çözerken masanın yanına koyduğum telefonum titrediğinde kısa bir ara verip telefona baktım.

Dolunay arıyordu. Gülümseyerek aramayı cevaplandırıp kulağıma götürdüm.

"Efendim?"

"Napıyorsun?" diye sordu direkt.

"Ders filan, sen?"

"Öyle evinin kapısındayım bende, sahilde yürürüz diye düşündüm."

O saniyede telefonumu hoparlöre alıp masanın üstüne bıraktım ve gardırobumu açtım.

"Akşam akşam?" diye sordum aynı zamanda.

Dolaptan çıkardığım uzun kollu beyaz tişörtü giydim, onun üstüne de kısa kollu siyah bir tişört geçirdim ve kollarımın beyaz, üstüme ise siyah bir model oluşturdum.

"Evet, akşam sahil çok güzel. Görmen lazım. Hem özledim de biraz." diye kısık sesiyle söylendiğinde gülmeden edemedim. Ulan aslan gibi çocuğu kedi yapmıştım resmen.

"Bilemedim ki şimdi, sınavlar başlayacak yakında. Ders çalışmam lazım."

"Bir saat gezeriz ya bir şey olmaz. Hem sen beni özlemedin mi?" diye sordu bu sefer. Yalan yok özlemiştim. En son cuma çıkışı görmüştük birbirimizi.

"Özledim."

"İyi o zaman aşağıda bekliyorum."

"İyi peki madem, beş dakikaya geliyorum." diyerek kapattım telefonu. Dünden razıymış gibi gözükeceğime naz yaparak giderdim yanına daha iyiydi.

Aldığım kumaş siyah pantalonu giyip tişörtü içine soktum ve önünü düzelterek deri kemeri taktım. Kumaş pantalonun süsü olan zinciri de yanına taktığımda diz kapaklarımın hizasına getirmiştim.

Şimdi hazırdım. Son kez saçıma bakarak geriye taradım ve anneme haber vererek dışarı çıktım.

Karşımda dikilen bedene baktığımda beni baştan aşağı uzunca süzdü. Bende aynı şekilde onu süzdüm. Düz pantalon düz sweatshirt ve düz siyahtı.

"Bayağı iyi görünüyorsun, yanında sönük kaldım." dedi gülümseyerek.

"Senin endamın yeter aslan parçası."

Kimse görmeden hızlıca etrafını koloçan etti ve dudağıma küçük bir öpücük bıraktı.

"Hadi gidelim." diyerek belimden tutarak yönlendirmesine izin verdim. Belimden tutarak. Eliyle.

10 dakikanın sonunda havadan sudan sohbet ederek sahil kenarının kaldırımına geldik. Ben kumlara basıp boşuna yüksek tabanlı ayakkabılarımı kirletmek istemediğimden kaldırımdan yürüyorduk. Sokak lambaları beyaz kaldırımı aydınlatırken sağ tarafımızdan ise arabalar geçiyordu.

"Annene tahminen ne zaman bizi söylemeyi düşünüyorsun?" diye sordu birden.

"Söyledim sana, uygun bir fırsatını kolluyorum." diyerek denizin kokusunu içime çektim.

"Tamam da güzelim şu zamanlarda söylemen lazım artık."

"Güzelim mi?" diye sorduğumda sol tarafımda ellerini ceplerine sokmuş karşıya bakan Dolunay'a baktım. O da bakmış olduğumu anladı ki kafasını çevirdi.

"Evet, güzelim? Buna da vıcık vıcık demezsin artık." diye sitem etti tatlı bir şekilde.

"Yok demem." dediğimde beklenmedik bir şekilde yaptığı iltifat ile afallamıştım.

Elini belime koyarak beni göğsüne doğru çektiğinde yapışık ikiz gibi yürümeye başladığımızda ilerideki banklardan birinde oturan ve hıçkıra hıçkıra ağlayan birini gördüm. Dirseklerini dizlerinin üstüne koyarak eğilmiş, yüzünü de elleri ile kapatmıştı. O kadar içli ağlıyordu ki görür görmez içim cız etmişti.

"Yanına gidelim. Ağlıyor baksana." dedim Dolunay'a dönerek. Kafasını olumlu anlamda sallayarak çocuğa baktı.

Çocuğun yanına geldiğimizde bankın boş olan tarafına oturdum ve bir elimi de sırtına koydum. İrkilerek kafasını kaldırdığında bende korkarak elimi geri çektim.

"Şey iyi görünmüyorsun. Bir sorun mu var?" diye sordum. Dolunay da o sırada yanımda dikiliyordu.

"Yok bir şey." diyerek ağlamaya devam etti. Dolunay'a dönüp ona ne yapalım dercesine bir bakış attım. Ağlayan birini orada öylece bırakıp gidemezdim. Yardıma ihtiyacı olduğu belliydi.

"Bak," diyerek çocuğun karşısına geçti Dolunay. "Sorununu söylersen belki yardımcı olabiliriz?" diye sordu.

Başını kaldırıp burnunu çekti ve elleriyle yanaklarındaki ıslaklığı sildi.

"Ne yardımınız dokunabilir bana? Babam bile bana arkasını dönmüşken, tanımadığım iki insandan mı yardım bekleyeceğim? Lütfen yolunuza devam edin."

Ağlamaktan titreyen ve kısılmış olan sesinden çaresizlik belli olsada yine de kibarca konuşmasından taviz vermemişti. Anlaşılan o ki babasıyla ilgiliydi sorunu.

"Burada ağlamaya devam mı edeceksin o halde? Her ne yaşanmış olursa olsun o yine de senin baban, eminim çoktan affermiştir bile seni." diyerek lafa girdi Dolunay.

Çocuk kafasını bir hışımla kaldırarak karşısında dikilen Dolunay'a baktı. Gözleri biraz onda oyalandıktan sonra bende durdu.

"Siz nereden bileceksiniz benim ne yaşadığımdan? Ne affetmesi ne babasından bahsediyorsunuz? Ben bugün kendi öz babam tarafından dövülerek evden atıldım! Beni evlatlıktan red etti! Ne için peki biliyor musunuz? Sırf oğlunun erkek bir sevgilisi var diye. Oğlu eşcinsel diye!"

Bağıraram konuştuğunda duyduklarım karşısında bir an dumura uğradım. Şaşkınlıkla açılan ağzımla Dolunay'a baktığımda o da en az benim kadar şaşırmıştı. Kaşlarını çatmış çocuğun dediklerini idrak etmeye çalışıyordu benim gibi.

Nasıl bir baba, evladı eşcinsel diye onu döverdi ki? Nasıl öz oğlunu evden atardı, evlatlıktan red ederdi ki? Üstelik sadece sevdi diye, yönelimi farklı diye? Buna mı layıktı farklılığı olan herkes? Dışlanmaya, itilip kakılmaya, bir başına bırakılmaya, düştüğünde bir tekme de başkalarının atmasına mı layıktı?

"Şimdi siz de rahat bırakın beni, o mide bulandırıcı bakışlarınızı görmek istemiyorum. Aşağılamalara da hakaretler duymaya da yaşamaya da mecalim kalmadı benim."

Yanağımda hissettiğim gözyaşı ile ağladığımı o an fark ettim. Burnumun ucu sızlıyordu. Ne desem bilemedim. Nasıl teselli verilir onu bile bilmiyordum çünkü hiç başıma gelmemişti. Annem de böyle yapar mıydı acaba?

"Sana asla öyle davranmayacağız, çünkü bizim insanlığımız hâlâ yaşıyor. Öldürmelerine izin vermedik. Ve sana şunu söylemeliyim ki bu karşında duran iki erkek de eşcinsel ve sevgili." diyen Dolunay'a bakıp destek aldım. Durumu en azından o daha iyi toparlamıştı.

Çocuk, bir bana bir de Dolunay'a baktı. Şaşırmış gibi bir yüz ifadesi vardı. İyi tarafından bakarsak artık ağlamayı kesmişti.

"Yalan söylüyorsunuz, değil mi? Kendimi iyi hissedeyim diye? Gerçi ben kimim ki, daha birkaç dakika önce gördüğünüz çocuğu önemseyeceksiniz."

Kafamı iki yana salladım. "Hayır sana yemin ederim ki yalan söylemiyoruz. Gerçekten kendin hakkında böyle düşünme. Sen çok özelsin, bizi diğer insanlardan ayıran şey de bu. Özel ve eşsiz olmamız. Sil gözyaşlarını ve dik dur. Derin bir nefes al. Sakinleş." diyerek tek tek dediklerimi yapan çocuğa baktım.

Dolunay da çocuğun diğer yanındaki banka oturdu ve, "Adın ne senin?" diye sordu.

"Doruk."

"Ben de Dolunay, sevgilimin ise Savaş. Memnun olduk."

Sevgilim...

"Ben de." diyerek biraz olsun rahatlayan Doruk'a gülümsedim.

Dolunay ciddiyetini bozmadan cebindeki telefonunu çıkardı. "Şimdi, önce senin şu ev işini halledelim."

------

buz mavisi • texting | gayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin