1 | silent screams of a cellist boy

2K 209 133
                                    

Şehir merkezi sabahın erken saatleri olmasına rağmen kalabalık ve hareketliydi. Kara bulutlar sıcak yaz gününe rağmen gökyüzünü sarıp sarmalamış, yağmur da yavaş yavaş çiselemeye başlamıştı. Islanmamak için şemsiyesi olanlar şemsiyelerinin altına saklanmış, diğerleri de ellerinde çanta, ceket ne varsa başlarının üzerine tutarak okula, işe, her nereye gidiyorlarsa oraya, koşar adımlarla ilerliyorlardı.

Tek bir kişi hariç.

Tek eliyle tuttuğu siyah şemsiyesi, sırtındaki çello kutusu ve telefonuna bağlı bile olmamasına rağmen kulaklarındaki kulaklıklarıyla, üzerindeki okul formasının ıslanıp ıslanmayacağını pek umursamadan yavaş adımlarla okula doğru ilerliyordu. Boştaki tek eli cebindeydi, başı ise kendisini yağmurdan koruyan, tepesindeki şemsiyenin demir sapına yaslanmıştı. Kahverengi saçları alnına düşüyordu.

Lee Taeyong, çello kutusununun iki omzundaki kayışlarını düzelterek yürümeye devam etti. O mu güçsüzleşiyordu, çello mu ağırlaşıyordu anlayamıyordu. Kilo falan da vermemişti hâlbuki.

Şehir yine çok gürültülü, diye huysuzlandı içten içe.
Kulaklıklarıma rağmen her bir ses dalgasını beynimde titrerken hissediyorum, başımı ağrıtıyorlar.

Yine stüdyoda sabahladığından kısık, hafif kızarık gözleri yorgun ve uykusuz bakıyordu. Ulusal bir şenlik için okulu adına neşeli, eğlenceli bir yaz şarkısı yazması gerekiyordu fakat değil kafasının içindeki, gerçekten anlamda kafasının üzerindeki yağmur bulutları bile dağılmazken pek mümkün gibi değildi.

Herkes devamlı gülüyor, her şey çok hareketli. Onlar yaşıyorsa, benim yaptığım şey ne hiçbir fikrim yok. Sanki ben hariç, etrafımdaki herkes yaşıyor da ben yalnızca oksijen soluyorum gibi.

Yaşamak nefes almaktan daha fazlasıymış gibi ama son günlerde nefes almak bile anlamsız ve zor geliyor.

Burnundan derin bir nefes aldı, ardından yavaşça dudaklarının arasından süzülerek dışarı çıkmasına izin verdi. Dudakları yavaşça kapandı. Nefes almayı kesti ve yürümeyi bırakmadan, nefesini tutmaya devam etti.

Yaşıyor mu, hayatta mı, yoksa çoktan öldü ama fark etmeden insanların arasına kısılı mı kaldı merak ediyordu. Öğrenmek istiyordu, içindeki sonsuz karanlığın nedenini keşfedip onu söküp atmak, herkes gibi o da gülmek istiyordu.

Eğer ölürsem, gülecek miyim? Yalnızca merak ediyorum...

Belki de olmam gereken yer burası değil.

Belki de mutlu olmak için ölmesi gerekiyordu.

Bunu başkasına söylese büyük ihtimalle ona dehşetle iç çekerler, böyle şeyler söylememesi için onu azarlarlardı. Onun değerli olduğunu söyleyecek, sanki sırtındaki çelloyu elinden bıraktığı anda ona bir hiçmiş gibi davranmıyorlarmışçasına rol yapacaklardı. Hatta kendisini toparlaması için ona yardım ederlerdi, bu sayede Lee Taeyong da hüzünlü şarkılar yapnayı keserek, tekrar neşeli şarkılar yapabilirdi.

Çellist çocuğun teki acı içinde çığlıklar atıyor, diğerleri ise buna bir 'şarkı' diyor.

Görünmez miyim yoksa umursanmayacak kadar değersiz mi çözemiyorum. Sesimi duyurmam için çellomun tellerine daha ne kadar sert basmam, kaç yayımı daha koparmam gerek?

Adımları okula giden yola doğru, sola yönelmişti ki gözleri biraz ilerideki genç kıza takıldı. Üzerindeki okul formasına bakılırsa aynı okuldalardı ve o da tıpkı Lee Taeyong gibi karşıdan karşıya geçmek üzereydi. Başı önüne eğilmiş, küt saçlarından birkaç tutam önüne düşmüş, perçemleri dağılmıştı.

hated by the life itself ➵ lee taeyong✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin