Anne.
Ho Sowoo, kızının açarak başparmağını yüzüne yasladığı eline baktı. Gülümseyerek devam etmesi için başını salladığında, Ho Kirai'nin gözlerinden bir anda yaşlar süzülmeye başladı. Alt dudağı tir tir titriyor, sımsıkı sıktığı yumrukları, üzerindeki elbisenin eteklerini sıkı sıkıya tutuyordu.
Yine de onları oradan çekti ve elinin tersiyle gözyaşlarını kuruladı. Ardından onları yavaşça hareket ettirdi.
Artık yalnız değilim.
Bayan Ho'nun yüzünde, kocaman bir gülümseme belirdi ve tıpkı kızı gibi ağlamaya başlamadan hemen önce başını sallayarak ellerini hareket ettirdi.
Biliyorum.
"Ben..." diye mırıldandı Kirai, iyiden iyiye düzelmiş telaffuzuyla.
Daha iyi şarkı söyleyebilmek için odasında yaptığı alıştırmalar, konuşmasını günden güne düzeltmişti. Yine de festivalde söyleyeceği şarkıyı düşündükçe geriliyordu. Yarın büyük gündü, festivaller yarın başlayacaktı ve Taeyong ona yalnızca şarkının notalarını vermişti. Sözlerin bu akşam eline geçmesi lazımdı.
"... Mutlu olacağım!""Kirai!" diye mırıldandı Ho Sowoo, gözyaşları içinde kızına koşarak.
Genç kızın zayıf, kısa bedeni yalnızca iki ayda toplanmıştı. Geçenlerde onu evden almaya gelen çocuğun bununla bir alâkası olduğunu tahmin etmek zor değildi. Kızına güzel bakıyor, onu mutlu ediyor olmalıydı.
Yine de çocuğun gülümsemesindeki hüzün, Sowoo hatırladıkça onun içini titretiyordu.
O sırada çalan kapı, o ikisinin ayrılmasına sebep oldu. Ho Sowoo ayağa kalktı ve gözyaşlarını kuruladı, ardından elinin tersiyle gözlerini silen kızına hafifçe gülümseyerek genç kızın saçları arasındaki kurdeleyi bozmamaya dikkat ederek başını okşadı.
Yağmurlu bir sabah başlayan bir hikâye.
Kurdelelerle dolu, pembe bir hikâye.
Ho Sowoo koşarak kapıya ilerledi. Kirai de annesinin hareketlerinden kapının çaldığını anlayarak onun arkasından kapıya doğru ilerlemeye başlamıştı.
O sırada gözleri, kapıda gözüken Lee Taeyong'u buldu. Kahverengi saçları alnına dökülmüş, yüzündeki büyük gülümsemesiyle annesini selamlıyordu. Omuzları normalin aksine çellosunu taşımıyordu.
Gözleri, koridorun başında dikilen, beyaz elbiseli kızı bulduğunda gülümsemesi daha da büyüdü ve eli asker selamı verir gibi alnına yaslandı, ardından elini hızlıca alnından terini siler gibi çekti.
Merhaba!
Kirai, gülümsedi.
Hiçbir şey göremeyecek kadar gözleri kısılana, yanakları ağrıyana kadar kocaman gülümsedi ve ona elini salladı.
Ta ki Taeyong, işaret, baş ve orta parmaklarını kaldırıp diğer iki parmağını kapattığı elini kaldırarak ona doğru sallayana kadar.
Seni seviyorum!
Kirai de aynı şekilde açtığı elini ona doğru uzattı ve salladı.
Seni seviyorum!
Kapıdaki annesine gülümseyerek el salladı ve kapı eşiğindeki montu ile ayakkabılarını giyerek kapının önüne kendisini bekleyen çocuğun, kendisine uzattığı elini tuttu.
"Geç kalmayın." dedi Sowoo, Taeyong'a doğru.
Taeyong, kızın elini bırakmadan kadına hafifçe eğildi.
"Tamam, efendim!"
Kadın, gizlemeye çalıştığı dolu gözlerini önüne eğdi ve hafif bir gülümsemeyle kapıyı kapattı.En çok da sizden özür dilerim, Bayan Ho.
Kendi korkaklığımdan, kendi bencilliğimden yanıma aldığım kızınızı arkada bırakacağım için, en çok da sizden özür dilerim.
Taeyong, gözlerini kenetlenmiş ellerine çevirdiğinde, gözünde dünkü, kurdeleli parmakları canlandı.
O kurdeleyi, günün sonunda tam ortadan ikiye kesmişti.
Kurdeleyi parmağından çözemezdim, çok sıkıydı. Parmağının dibinden kesmeye cesaret edemedim, hiç olmazsa beni o hatırlasın, ona benden bir şey kalsın istedim. Bu yüzden kurdeleyi, tam ortasından kestim.
Beni hatırlasın, benim anılarım hep onunla kalsın ama bensiz de yaşamaya devam edebilsin diye.
Onun ciğerlerine oksijen olayım, renklerine yağmur, varlığına güneş olayım diye... Tam ortadan ikiye...
"Şarkı burada..." dedi Taeyong, cebinden çıkarttığı kağıt parçasını ona uzatarak.
Heyecanla kağıdı eline alan kıza, hafifçe gülümsedi.
"... Yarına güzel çalış." diye tamamladı cümlesini, kız ona bakmadığı için ne dediğini duymayacak olduğunu bilse de.
Derin bir nefes aldı ve kızın uzun, arkasında bir kurdele takılı, dalgalı, açık kahverengi saç tutamlarını okşadı."Sesimle seni kurtaracağım." diye fısıldadı, Kirai'nin kendisine bakmayışını fırsat bilerek.
Geçen sefer de gölü izledikleri köprüye ilerlediler ve yine o günkü gibi sarılarak aşağılarındaki, batmakta olan turuncu güneşten dolayı parıl parıl parlayan gölü izlemeye başladılar.
Yakında kış gelecek. Yarın 1 Aralık, yirmi dört saatten az sürem kaldı.
Tıpkı ağaçlardaki sarı yapraklar gibi savrulup gideceğim.
Yarın o şarkıyı söyleyişini göremeyeceğim çünkü sen sahnede benim melodimi mırıldanarak bana çoktan veda ediyor olacaksın. Yine de sakın gülümsemeni bozma, sahnede ağlarsan seni asla affetmem. Senin için yaptığım onca şeyden sonra benden nefret edersen, seni asla affetmem.
Pembe kurdeleler ve gökkuşakları dolu hikâyemizin yağmurlarında gözyaşlarını gizle çünkü bu mutlu bir hikâye, Kirai.
Sana rağmen daha fazla yaşayamıyorum. Gerçekten de yağmur olmadan gökkuşağı olmuyor ama gökkuşaksız bir yağmur olabilirmiş, demek ki... Ne yapalım, yapacak bir şey yok. Sonbaharın sonuna kadar kaldığım ve hikâyemizi yarım bırakmadığım için mutluyum.
Çünkü yarım bırakacağım çoğu şeyin aksine, dün kestiğim o kurdele asla yarım kalmayacak.
Lee Taeyong, sana hep yağmur yağdıracak, gökkuşağı sonsuza kadar renklerini etrafına saçsın diye.
Neşelen biraz, Kirai. Bizimkisi mutlu bir hikâye.
Sonbaharda geçen, yağmurla başlayıp, yağmursuz biten, yarım ama tamamlanmış olması dilenen, pembe kurdelesini sağır kızın gülüşüne değil, kızın içindeki zehirli kedere bağlayarak kendisiyle birlikte götüren çellist çocuğun hikâyesi.
Bu biten, benim hikâyem çünkü seninkinin yazılacak daha çok boş sayfası var.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hated by the life itself ➵ lee taeyong✔️
FanfictionHo Kirai'nin ilk sözleri, Lee Taeyong'un son şarkısıydı. 2020 | ©yutaneko