Lee Taeyong, hep yalnız bir çocuk olmuştu.
Buna bir itirazı da yoktu gerçi, hiç arkadaşı olmadığı için yapacak hiçbir şeyi olmadığından dolayı aldığı rastgele, ucuz bir çello konseri bileti tüm hayatını değiştirmişti.
O zamanlar henüz ortaokuldaydı. Şu an bile o kadar yapılı bir çocuk değildi ama o zamanlar gerçekten tıfıl olduğu söylenebilirdi. Ayaklarını sürüye sürüye gittiği, beş dolarlık bir konserin onu bu kadar etkileyeceğini düşünmemişti. Sahnedeki devasa keman -o zamanlar ona böyle sesleniyordu- o kadar güzel ve asildi ki Lee Taeyong kocaman açılan gözlerini bir an olsun sahneden çekememişti. Öyle ki eve gider gitmez, daha önce babasının hiç görmediği bir gülümsemeyle karşısına dikilmiş ve bir çello istediğini söylemişti.
Çellonun kendisiyle neredeyse aynı boydaki zayıf çocuğun tekinin, devasa enstrümanı kısa bacaklarının arasına sıkıştırması babasına o kadar komik gelmişti ki gülmeden edememişti.
Şimdilerde ise işyerindeki küçük çerçevenin içinde, oğlunun birinci olduğu bir uluslararası şenlikte performans sergilerken çekilmiş bir fotoğrafı vardı.
Lee Taeyong belki çello için uygun bir bedene sahip olmayabilirdi ama çello çalmak için doğmuştu, üstelik onu yalnızca birkaç saatliğine tanıyan Ho Kirai bile bunu söyleyebilirdi.
Genç kız, küt, kahverengi saçlarının arasından parmaklarını geçirirken, gülümseyerek camın diğer tarafındaki Lee Taeyong'u izlemeye devam etti. Müzik odasının içini gösteren cama yapışmış, saatlerdir onu aynı gülümsemeyle izliyordu. Müzik odasının ses geçirmez camından dolayı pek bir şey duyamıyordu ama -ki cam olmasa bile, malûm, pek bir şey değişmezdi- Lee Taeyong'un kapalı gözlerinden ve alnına dökülen saçlarından yola çıkarak güzel bir şeyler çaldığına emindi.
Sanki çellosu, onun vücudundan bir parça gibiydi. Vücuduna kıyasla büyük olan ellerinden biri çellonun üzerinde hareket eden yayı kavramıştı, hatta yayı o kadar sıkı tutuyordu ki ortaya çıkan damarları patlayacak gibi duruyordu. Diğer elinin ince, uzun parmakları ise çello tellerinin üzerinde geziniyordu. Kapalı gözleri bir saniye olsun açılmıyor, yüzü bazen canı acıyormuş gibi kasılıyordu.
Parmakları acıdığından mı, diye sordu kendi kendine Kirai.
Yoksa canını yakan başka bir şey mi var?O sırada Lee Taeyong'un sayılı arkadaşlarından Nakamoto Yuta, boynuna astığı gitarı ve ceplerindeki elleriyle müzik odasının olduğu koridorun başında belirmişti. Gözleri, yüzündeki hayran gülümsemeyle müzik odasını izleyen kıza takıldı. Görünüşe bakılırsa Lee Taeyong'un yeni bir hayranı vardı.
Tek kaşı hafifçe havalandı, yüzüne ise dedikoducu bir gülümseme yerleşti.
"Hey!" diye seslendi, kıza doğru.
Kız ise ona bakmadı.
Yuta'nın kaşları bu sefer şaşkınlıktan havalanırken, dudakları hafifçe aralandı.
"Ha?" diye bağırdı, şokla.
Kocaman açtığı gözleriyle ona yaklaştı ve elini hızlı hızlı kızın önüne salladı.
"Hey!"
Ho Kirai, hafifçe irkilse de sonunda ona döndüğünde, yüzündeki gülümsemesi daha da büyümüş ve Yuta'ya hafifçe eğilerek selam vermişti.
"Taeyong'un arkadaşı mısın? Onu mu izliyorsun?" diye sordu Yuta, başparmağıyla müzik odasının camından gözüken Taeyong'u işaret ederek.
Onun ne dediğini pek anlayamasa da Taeyong'u gösterdiği için başını sallayan Kirai, yine de kibar olmak için ona gülümseyerek gözlerini kırpıştırmaya devam etti.Sorunu ne bu kızın, diye düşünmeden edemedi Nakamoto Yuta.
Niye salak gibi sırıtıyor böyle?"Girsene içeri, niye gizli gizli onu izliyorsun?" diye sordu, kollarını göğsünde birleştirerek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hated by the life itself ➵ lee taeyong✔️
FanfictionHo Kirai'nin ilk sözleri, Lee Taeyong'un son şarkısıydı. 2020 | ©yutaneko