Ho Kirai, yüzüne vuran sert rüzgâr yüzünden iyice akmaya başlayan burnunu sildi ve gözyaşlarını elinin tersiyle kurulamaya çalıştı. Neyse ki ağladığında öyle çok kızaran, her hâlinden bir ters olduğu belli olan kızlardan değildi.
Kendisini de, duygularını da gizlemeye alışkındı. Hep böyle yapardı.
Sağır bir çocuk doğurduğu için terk edilen bir kadının zayıf, narin kızıydı. İşitme cihazları, doktor randevuları, özel ders ücretleri, işitme engelliler için kurs sınıfları gibi pek çok şeyi ödemek zorunda olan annesini çalıştığı için neredeyse hiç göremiyordu, bu yüzden kendi kendine bakmayı, kendi gözyaşlarını kendisi silmeyi öğrenmişti. Çünkü biliyordu ki eğer o yapmazsa, kimse elinden tutup onun gözyaşlarını kurulamayacaktı.
Genç kız, derin bir nefes aldı ve tüm gücüyle bağırdı. Nehir kenarındaki, etrafında boş arazi dışında hiçbir şey olmayan evinden yayılan çığlık, ona yankı yaparak geri döndüğünde, Ho Kirai'nin elleri hiçbir şey duymayan kulaklarına kapandı ve gözleri daha da doldu.
Sesimin bana geri döndüğünü duymak istiyorum. Annem buranın 'yankı' yaptığını söylüyor. Ben yankının ne olduğunu bizzat duyarak öğrenmek istiyorum.
İç çekerek sanki bir tavşanınmış gibi burnunu aşağı-yukarı oynattı ve yanındaki telefonunu eline aldı. Annesi dışında kimse ona mesaj atmazdı, o da kimseye. Arkadaşı yoktu zaten, ondan dolayı otamıyordu ya... Neyse.
Tabi o gece işler biraz farklıydı.
Taeyong
Hey!
Sana verdiğim notalara çalışıyor musun?Kirai hafifçe gülümsedi.
Kirai
👍🏻
[okundu, 23:01]Derin bir nefes aldı ve ayaklanarak içeri girmek için hareketlendi. Dün o şarkı söylediğinde Taeyong'un ona ne kadar farklı baktığını görmüştü ve bu hoşuna gitmişti. Kendisini bile duyamadığından pek bilmiyordu tabii fakat sanıyordu ki sesi kötü değildi, bu da Taeyong'u şaşırtmıştı.
Sorun değil, sana hayatımdan nefret edene kadar şarkılar söyleyeceğim!
Kirai, başından beri 'nefret' kelimesiyle arasında bir bağ olduğuna inanıyordu. Doğduğu gün babası annesini ve onu terk etmişti. Annesi, ona babası Japon olduğu için Japoncada 'nefret' anlamına gelen bir isim vermişti. Duyma engelli, sevilmeyen, dışlanan bir kızdı.
Yine de bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyordu fakat yapabildiği şeyler sınırlıyken bu biraz imkânsızdı.
Lee Taeyong onun ilk arkadaşıydı, mesela. Müzik, onun ilgi duyduğu ilk şeydi. On sekiz yaşında bir genç kız olarak bazı duygularla henüz, yeni yeni tanışıyordu. Duyamadığı hâlde şarkı söylemek, müzik dinlemek, Taeyong'u çello çalarken izlemek, Taeyong'un bazen canı yanarmış gibi buruşturuğu yüzünü seyretmek gibi şeylerin verdiği hisler ona yabancı fakat bir o kadar da arkadaş canlısıydı. Yine de bazen merak ediyordu.
Acaba duyabilseydim Taeyong'la aramızda bir şey olur, her şey daha farklı olur muydu?
Sadece merak ediyorum.
Ben de sevilecek miyim?
Şehrin Kirai'den birkaç cadde uzaktaki apartmanlarından birisindeki Lee Taeyong, gözlerini kapattı ve tüm gücüyle bağırdı.
"Ben de sevilecek miyim?"
Bay Lee, oğlunun ani tepkisi yüzünden olduğu yerde donakalırken, ona doğru elini uzattı.
"Taeyong..." dedi, kırgın bir sesle.
Ona sarılmak ister gibi kollarını açmış, suratını ağlamak üzereymiş gibi buruşturmuştu.
"... Seni zaten seviyorum, oğlum."
Taeyong ona alayla güldüğünde, Bay Lee'nin suratındaki ifade daha çok ürkek bir hâl aldı.Lee Taeyong ise yanaklarından akan yaşlarla karşısındaki adama gülmeye devam ediyordu.
"Sen beni hiç sevmedin..." dedi, elinin tersiyle gözlerini silerek.
"... Annem de öyle. Ağzını açıp tek bir yalan daha söylemeye kalkma. Yıllardır ben ne hâldeyim, nasıl yaşıyorum senin haberin var mı? Her gün başka bir kadınlasın, ne zaman sana bir sorunumu anlatmak için gelsem hep sevgililerinden birisi suratıma kapıyı çarpıyor! Daha fazla dayanamıyorum, baba!"
Nemli yüzünü koluna gömerek, karşısındaki adamın karşısında dizlerinin üzerine çöktü.
"Acı içindeyim, yaşayamıyorum! Herkes hafif bir depresyonda olduğumu söylüyor ama kimse anlamaya, sesimi duymaya çalışmıyor! Niye kimse çığlıklarımı duymuyor? Geberip gittiğimde bari beni gerçekten seven, beni hep hatırlayacak tek bir kişi olsun diye sağır kızın tekine müzik öğretiyorum ben! Hatta onun için işaret dili öğrenmeye bile başladım! Aslında o bana öğretecekti ama zorlanmasın diye önceden öğrenmek istedim..."
Alayla gülerek başını kolundan çekti ve şaşkın yüz ifadesiyle kendisine bakmaya devam eden babasına gözlerini dikti."Şimdi anlıyor musun hiç duyulmamış birisi olarak şu dünyadan silinip gitmekten ne kadar korktuğumu, baba?"
Bay Lee, birkaç saniye onun yüzüne bakakaldı. Oğlu hiçbir zaman konuşkan, diğer çocuklar gibi girişken birisi olmamıştı ama onu hiçbir zaman bu kadar zayıf da görmemişti. Büyük ihtimalle ulusallar yaklaştığı için şarkı yazma baskısı onu strese sokmuştu. Uzun zamandır bu kadar kötü olsaydı elbette oğlunu fark ederdi... Değil mi?
"Sorun yok, Taeyong..." dedi Bay Lee, onun sırtını sıvazlayarak.
Oğlunun başına bir öpücük kondurdu.
"... Evin, paran, ailen, arkadaşların, her şeyin var. Hasta değilsin. Üzgün olmanı gerektiren hiçbir şey yok. Toparla kendini, yalnızca strese girmişsin hepsi bu."
Gülümseyerek cebinden çıkarttığı birkaç doları masanın üzerine bıraktı.
"Ben Misoo'yla yemeğe çıkacağım, tamam mı? Kendine bir şeyler söyle, aç kalma."Lee Sangwoo, oğlunu bir başında, mutfak zemininde bırakarak, dış kapıyı çekip gitti.
Taeyong yüzüne çarpılan kapıyla birlikte öfke dolu bir bağırış çıkarttı ve yumruğunu yere indirdi.
"Neden kimse anlamıyor?" diye bağırdı, öfkeyle.
Boğulacak gibi hissettiğinden olsa gerek, tişörtünün yakasını çekiştirdi.
"Yapamıyorum! Daha fazla nefes alamıyorum!"Gözlerinin önünde bir anda, nedensizce beliren Ho Kirai'nin gülümseyen yüzüyle, duraksadı. Kızın açık kahverengi saçları, şekillendirilmiş perçemleri, parlak gülümsemesi ve bazen saçlarının arasından gözüken işitme cihazları, bir bir gözünün önünde canlandı.
Ve o an, sanki Kirai'nin mırıldandığı şarkıyı duyar gibi oldu.
Aklına odasındaki çalışma masasının üzerinde duran nota kağıdı geldiğinde, suratında ufak bir gülümseme belirdi.
Hafifçe sendeleyerek ayağa kalktı ve hızlı adımlarla odasına doğru ilerlemeye başladı.
Şimdi, biliyorum, anlıyorum.
Şarkımı, ne hakkında olacağını, nasıl olacağını daha iyi biliyorum. Ne istediğimi daha iyi anlıyorum.
Ve görünüşe bakılırsa bu benim en iyi şarkım olacak.
Çünkü aynı zamanda bu, sonuncusu da.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hated by the life itself ➵ lee taeyong✔️
FanfictionHo Kirai'nin ilk sözleri, Lee Taeyong'un son şarkısıydı. 2020 | ©yutaneko