Bir eylül sabahıydı dönülmesi mümkün olmayan bu yola girdiğimde. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun gönlümün bereketini bana getirdiğinden habersiz camın kenarına oturmuş dışarıyı izliyordum. O an tek isteğim sokağa çıkıp doyasıya ıslanmak, yağmurun altında oyun oynamaktı. Ancak annem hasta olmamam için dışarıya çıkmama izin vermiyordu. Son bir kez daha şansımı denemek için anneme döndüğümde sokağın başından yağmurun sesini bastırırcasına gelen kamyonun sesini duydum. Başımı kamyona çevirip baktım. Annemin geçen gün izlediği filmdeki gibi kıpkırmızı kocaman bir kamyondu. Sahi neydi o filmin adı?
Kırmızı kamyon karşımızdaki apartmanın önünde durdu. Kapısı açıldı ve dışarı tıpkı adını hatırlayamadığım o filmdeki gibi çok yakışıklı bir amca çıktı. Ellerimi yanağıma yaslayıp hayran gözlerle izledim onu.
Yakışıklı amcada sokağa çevirdi başını, etrafı kontrol etti. Tam o anda göz göze geldik. Ellerim yanaklarımda, ağzım bir karış açık onu izlediğimi görünce kocaman bir tebessüm oluştu yüzünde. Cennet çukurları vardı Yusuf tıpkı senin gibi. Göz kırptı bana. Neredeyse oturduğum cam kenarından düşecektim heyecandan. Sonra aradığını bulmuş gibi kamyonun hemen arkasına park eden arabaya döndü. Gözlerindeki parıltıyla açtı ön kapıyı. Bir kadın çıktı o kapıdan. Çok güzel bir kadın. Adamın omuzlarına geliyordu boyu. Saçları tıpkı annemin ki gibi örtülüydü ve upuzun bir elbise vardı üzerinde. Günler sonra mahalledeki teyzeler konuşurken öğrendim o güzel kadının annen o yakışıklı amcanın baban olduğunu.
Annen ve baban bir masaldan fırlamışçasına güzeldiler Yusuf. Baban gözlerini dikmiş hasretle annene bakıyor. Adeta gözleriyle sarıp sarmalıyordu. Annense benim hayranlığımdan bile daha fazla bir hayranlıkla babanın bakışlarına karşılık veriyordu. Dünyadan soyutlanmışlardı sanki. Ne güzel seviyorlardı birbirlerini. Keşke sende beni sevsen.
Sonra kamyondaki eşyaları taşımaya başladı nereden çıktığını bile anlamadığım iki tane amca. Bütün büyü bozuldu o an baban adamlara yöneldi annen arabaya. Bütün keyfim kaçmıştı. Halbuki dev ekranda film izler gibi izliyordum onları.
Annen arka kapıyı açtı ve iki kız çıktı arabadan. Benden küçük görünüyorlardı. Sonrada sen çıktın Yusuf. Babanın küçük bir kopyası gibiydin. Gerçi şimdide aynısın. Ben öylece sana kilitlenmiş kalmıştım. Az önce babanı gördüğümdekinden farklı bir şeydi bu. Adını koyamadım o an. Utandım. Yanaklarımda bir sıcaklık hissettim. Ne olduğunu bile anlamıyordum. Gözlerini memnuniyetsizce dolaştırdın etrafta. Herzaman ki gibi kaşlarını çatmıştın. Bazen doğduğunda da kaşların çatık ve ifadesiz olduğunu düşünüyorum. Acaba gülmek yakışır mı sana? Sonra karşı binaya girdiniz. Bense o cam kenarında kaldım bütün gün belki yine dışarı çıkarsın diye.
Anlayacağın herzaman olduğu gibi yine farketmedin beni. Sahi Yusuf sen ne zaman farkedeceksin beni. Biliyorum gözlerin görmüyor beni. Lakin gönlünde mi hissetmiyor. Demiyor mu bir yerde benim için çarpan bir yürek var diye?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR YUSUF MASALI
Spiritualİsimlerimiz bile kaderiniz ortak diye bağırırken onun beni sevmemekte ki ısrarı niyeydi? Yusufsuz Züleyha, Züleyhasız Yusuf olur muydu? Bu hikayenin kahramanı Yusuf... Kaybedeni ise Züleyha...