Günümüz...
Geçmişin izleri, ruhuma derin darbeler bırakırken sessizdim. Yıllardır kaçtığım hatıralar yüzüme tokat gibi çarparken, hissettiğim tek şey tenime dokunan yağmur damlalarıydı. Gözümden akacak olan tek damlayı ihanet sayarken, kendimi nasıl rahatlatacaktım? İçimde yaşadığım his her neyse, canımı bu denli acıtmasına izin mi verecektim? Kafamı bilinmezlik içinde salladım. Kendime yaptığım bu kötülüğü asla affetmeyecektim. Ayağa kalkıp bahçeye ilerledim. Yağmur tüm şiddetiyle yağarken, kollarımı açtım. Vücuduma dokunan her damlada çok daha özgür hissediyordum. Burnuma gelen çam ve toprak kokusu bedenimi gevşetirken, sırılsıklam oluşumu umursamadan durmaya devam ettim. Bedenimi ve zihnimi doğanın kollarına bırakırken, kendimi hiç olmadığım kadar güvende hissediyordum.
''Eylül.'' Düşüncelerimi bölen sesin sahibin baktığımda kendimi hızlıca toparladım. Bahçe kapısının ardında olan Aktuğ bana doğru ilerlerken bakışlarım üzerindeydi.
''Sırılsıklam olmuşsun.'' Kolumdan tutup beni çektiğinde kafamı göğsüne yasladım. Islak kıyafetlerime rağmen ona sıkıca sarıldığımda, içimde patlamaya hazır bomba varmış gibi hissediyordum.
''Sabah geleceğim demiştin.'' dedim bahçeden çıkıp eve doğru ilerlerken.
''Ama şimdi geldim.'' Kollarımı belinden çekip yüzüne baktım. Islanan ceketini kenara bırakıp kanepye oturduğunda, tam karşısında dikiliyordum. Islak kıyafetlerimden akan damlaların zeminle buluşmasından çıkan sesin, aramızdaki tek ses olması canımı sıkmıştı. Bir süre daha boş bakışlarımı üzerinde gezdirdikten sonra, tek kelime söylemeden odama çıktım. Aktuğ'a karşı öfkeli olmasam da, sonucunu düşünmeden yaptığı davranış kalbimi kırmıştı. Bir şeyleri düzeltmek istediğinin farkında olsam da, ortada düzelmesi gereken bir konu olmadığına ikna edememiştim bir türlü. Çıkardığım ıslak kıyafetlerimi, kirli sepetine koyduktan sonra elime aldığım havluyla saçlarımı kurulayarak aşağı indim. Yolculuğun verdiği yorgunluğun, sıcak havayla birleşmesi uykumu getirse de, Aktuğ'a zaman ayırmak istiyordum. Mutfaktan gelen sesleri yok sayarak kanepeye oturdum. Rahat bir pozisyon alıp gözlerimi kapattım. Amacım uyumak olmasa da, gözlerimi dinlendirmek istiyordum.
''Eski günlerdeki gibi kucakta taşınmak için uyuyor numarası mı yapıyorsun?'' Gözlerimi açıp Aktuğ'a baktım. Elinde tuttuğu fincanı önüme koyduktan sonra tam karşıma oturdu.
''Sıcak bir şeyler iyi gelir diye düşündüm.'' dedi. Bakışlarım içi çay dolu fincana kaydıktan sonra tekrar Aktuğ' da durdu.
''Teşekkür ederim.'' dedim kuru bir sesle. Sesimdeki ifadesizlik sebebiyle Aktuğ'un bakışlarının odağı olsam da, bunu umursamadım.
''Bu halinin sebebi ben miyim?'' Sesindeki şefkat, yüreğimi okşasa da kırılan yanım affetmemekte kararlıydı.
''Ne varmış halimde.'' dedim ıslak saçlarımı geriye atarken. Kendimde en ufak bir değişiklik görmesem de, Aktuğ'un kafasından geçenleri oldukça merak ediyordum. Çünkü biliyordum ki o, bakmak ve görmek arasındaki farkı en iyi bilenlerden biriydi.
''İyi görünmüyorsun.'' Çayından bir yudum alıp devam etti. ''Ve ben bunun sebebini gayet iyi biliyorum.'' Konunun geleceği noktayı bilmek beni içiten içe gerse de, bunu belli etmemek için olduğumdan daha rahat görünmeyi deneyecektim. Ayaklarımı orta sehpaya uzattıktan sonra, elime fincanımı alıp dudaklarımla buluşturdum.
''Nasıl görünüyormuşum ki?'' Rahat görünmeye çalışan tavırlarım, Aktuğ'un dikkatini daha çok çekmişti. Çatık kaşlarıyla beni seyrederken, bir şeyler düşündüğü her halinden belliydi. Elini kaldırıp yüzümü okşadı. Ufak görünen bu hareketi, içimde bir şeyleri koparırken gözlerimi yumdum. Belki de akmayan göz yaşıma ilk kez bu kadar kızgındım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAYIŞ
Teen Fiction''Sana cenneti yaşatmak için, seni cehenneme ittim.'' Kafamı gökyüzüne kaldırdım. Bir damla yaş süzüldü kirpiklerime. ''Seni her gün mutlu etmek için, bir gün üzdüm.'' Kirpiklerimden akan damla, yüzüme bir yol çizerken hayal kırıklığının esiriydim. ...