Üçüncü gün Clarissa'yı artık yormaya başlamıştı. Sürekli insanlar arasında olmaya alışkın değildi ve her akşam da davet vardı. Tüm bunlar onun için fazlasıyla yeniydi. Dördüncü günün sabahı, 28 Haziran'da yorucu bir olayın daha kendisini beklediği hissine kapıldı, ancak dışarıda göl tüm maviliği ve parlayan dağlarıyla duruyordu. Kongrenin bitmesinden sonra ortak bir Rigi gezisi planlanmıştı, ama yalnız kalmaya, tüm izlenimler hakkında düşünmeye öylesine ihtiyacı vardı ki, rıhtımdaki ilk gemiye binip gölü gezdi. Geminin yarısı boştu, yüksek sezon henüz başlamamıştı; küçük iskelelerde evler parıldıyordu, erkekler ya evlerin önünde oturuyor ya da bazı tadilatlar yapıyordu. "Basit insanlar," diye düşündü dünkü konuşmayı hatırlayarak. "Oradalar işte, tanınmayanlar. Bunlar bizleriz işte –yeryüzüne yayılmış sayısız varlık, basit, sakin hayatımız dışında hiçbir şey istemeyen bizler şurada, burada ve her yerde." Geminin yanaştığı yerlerin isimlerini aklında tutamıyordu. Haritaya göz ucuyla bile bakmadı. İsimlerinin ne olduğunu bilmek istemiyordu zaten. Yalnızca orada olduklarını hissetmek istiyordu dağların, dağdan başka bir şey olmayan o dağların. Ne kadar yüksek olduklarını bilmek istemiyordu. Yalnızca biçimlerine bakmak istiyordu. Bu insanların, burada yaşayan ve sakin varlıklarıyla dünyanın güzelliği ve anlamına katkıda bulunan bu insanların kim olduklarını bilmek istemiyordu.
Akşam sekizde kapanış daveti vardı, bu nedenle memnun ve huzur içinde yedide geri döndü; yanında kaldığı sempatik bayan öğretmen, bir beyin iki kez kendisini aradığını, davetten önce bir kez daha geleceğini ve kendisini beklemesini istediğini haber verdi. Ancak üzerini değiştirecek kadar zamanı vardı ki Leonard geldi. Leonard –Clarissa onu daha önce böyle görmemişti– sabırsız ve heyecanlıydı, Clarissa hazırlanırken kapının arkasından olabildiğince acele etmesini istedi; konunun çok acil ve önemli olduğunu söyledi. Clarissa onu karşılamak için kabul salonuna girer girmez Leonard onu doğru dürüst selamlamadan konuşmaya başladı. "Dinleyin, benimle gelmek zorundasınız, bana yardım etmek zorundasınız. Tatsız bir şey oldu. Telgrafı okudunuz mu bilmiyorum; veliahtınız Franz Ferdinand bugün eşiyle birlikte Saraybosna'da öldürülmüş..."
"Öldürülmüş mü?" Clarissa ürktü.
"Evet, teftiş gezisi ya da manevralar esnasında. Teröristler ya da bağımsızlık yandaşları ya da birtakım caniler tarafından öldürülmüş. Kapanış davetinde yapılacak konuşmaları kararlaştırmak üzere bir araya geldiğimiz toplantının ortasında aldık bu haberi. Vatandaşınız Bayan Dr. Kutschera kendini kaybetti ve bu haydutları, katil çetesi olan bu Sırpları yok etmek gerekir diye bağırmaya başladı. Önce krallarını öldürdüklerini söyledi... Bunun üzerine Sırp katılımcı Bayan Dimoff ayağa kalktı ve onun üzerine yürüdü. Ve bu kadınların birbirlerine haykırdıkları şeyleri söylemeye utanıyorum. Öylesine," öfkeden Leonard'ın sesi titremeye başladı, yüzü bembeyaz kesildi, "öylesine çığlık çığlığaydı ki; iki kadın hepimizin önünde suçlamalarda bulundu, bizler ise beyhude yere onları sakinleştirmeye çalıştık, tıpkı iki cazgır gibiydiler. Sonunda Bayan Kutschera bu katil ulustan birisiyle bir daha asla yan yana oturmayacağını, kendisinin bir subay kızı olduğunu, onunla aynı masada kalmayacağım söyleyerek çıkıp gitti. Bunun diğerlerinin üzerinde nasıl bir etki bıraktığını tahmin edersiniz. Kadınlar siyaset yaptığında yanlarına yaklaşılmamak. Hırslı kadınlan kastediyorum. Hırs erkeğe yaraşır, kadında gülünç oluyor. Bir şey kurmaya çalışıyorsun, insanları, bir davayı bir araya getirmeye çalışıyorsun, onlar ise birbirlerini suçluyor; bu hâlâ devlet fikri takıntısından kaynaklanıyor; bu fikir her şeyi yıkıyor. Devlet, halk, ulus, görünmez olan, soyut olan, canlı olanın karşısında duruyor. Of, rezaletti, tam bir rezaletti, utandım."
Clarissa Leonard'ın cesaretinin kırıldığını ilk kez görüyordu, bakışlarında da bir hüzün vardı.
"En kötüsü de bu akşamki yabancı katılımcıların teşekkür konuşmasını işte bu Bayan Kutschera'nın yapacak olmasıydı; önerilmediği halde bunu yapmak için kendisi ısrar etmişti. Bugün gelmezse, masadaki yeri boş kalırsa, inanarak ve sevinç içinde gelmiş olan insanlarımıza anlaşma, uluslararası dostluk hakkında söylediklerimizin hepsinin boş konuşmalar oIduğu ve en ufak bir olayın henüz filizlenmeye çalışan bağları kopartmaya yettiği sergilenirse, nasıl bir hayal kırıklığı olacak düşünün. Gazetelere çıkacak ve ağızdan ağıza anlatılacak. Böylece haftalarca harcanan emekler boşa gitmiş olacak ve sağlamlaşan bir güven duygusu yerine insanlarımız kötü, hatta olabilecek en kötü izlenimlerle evlerine dönecekler. Bu da şu anlama gelecek; kendilerine hakaret edildiğini düşünecekler. Bu hayal kırıklığının mutlaka önlenmesi gerekiyor ve sizin bana yardım etmeniz şart. Öfkelenmiş olan vatandaşınıza özellikle bugün orada olması gerektiğini izah etmelisiniz. Onunla konuşmak zorundasınız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Clarissa
General Fiction1902 yılından Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesine kadar geçen dönemde, dünyanın halini genç bir kadının gözünden anlatır. Avusturyalı bir subayın kızı olan Clarissa bir manastır okulunda büyümüş, eğitimini tamamladıktan sonra Viyanalı ünlü bir...