1919
1918 yılının kasım, aralık ayı geldi, derken 1919 yılının Ocak ayına girildi. Clarissa mektuba yoğunlaşıyordu. Yazılacak her şeyi toparlamıştı. En azından kafasında. Kendine soruyordu: "Beni unuttu mu? Yine karısıyla birlikte mi yaşıyor? Şehit mi oldu?" Bu soruları cevaplamaya cesareti yoktu. Bir satır yazdı. Kendini yalnız hissediyordu. Cevapsız kalan bir kart yazdı: Brancoric kayıptı. Birtakım işler için bulunduğu Türkiye'deydi. Ortalıkta yoktu. Clarissa gerçekten yalnızdı. Geceler ona çok uzun geliyordu. Yalnızca çocuğu vardı. Şimdi her şeyin yerini çocuk doldurmalıydı, bu ne kadar acı gelirse gelsin. Ona sarılışını görebilse ne kadar neşelenirdi. Kış geceleri soğuktu. Kömür yoktu, sokaklarda ışık yoktu. Babasına gidemiyordu. Para vardı ancak artık hiçbir şey satın alınamıyordu. Çocuğun yemeğe ihtiyacı vardı, her defasında yine bir şekilde bunu hallediyordu. En zor olan yalnızlıktı.
Bir akşam odasında oturuyordu. Çocuk için biraz süt bulabilmişti. Dışarıdaki zil çaldı. Bu Clarissa için her defasında korkmak anlamına geliyordu. Hep aynı şeyi düşünüyordu: "Mektup." Gelmesi gereken mektup. Hep Leonard'ı düşünüyordu. O babaydı, dosttu. Kapıyı açtı. Adamın biri duruyordu. "Merhaba, nasılsın?" Ürkmüştü, bu Brancoric'ti; yanına yere küçük bir bavul koymuştu. "Şaşırdın. Ben de şaşırıyorum. Smyrna'daydım. Beni salmadılar. Birkaç günlüğüne beni yanma alırsın değil mi? Yiyecek bir şeyler var mı?" Oturmuştu. "Açlıktan öleceğim. Trenlerde hiçbir şey yok. Son paramı da aldılar. Otele gidemem." Clarissa ona baktı. Acıkmış görünüyordu. Yakışıklıydı, teni kavrulmuştu, zayıflamıştı. Anlatırken hatırladı. Kıyafetleri toz içindeydi. "Bir şekilde bu trenlere düştüm. Ama cehennemin ta kendisiydi." Yıkanmak istiyordu. "Galiba her yanım bit dolu. Son paramı da yiyip bitirecekler." Clarissa görüyordu; güzel, yumuşak saçı yok olmuştu, sıfıra vurulmuştu. "Bir Türk hapishanesi, hafife alınacak bir şey değildir." Ama gülmeye başlamıştı bile. Anlatıp duruyordu. Kendini güvende hissediyordu.
Yan tarafta çocuk gülüyordu. "Aman," deyip ayağa fırladı. "Bu da neyin nesi? Doğru ya, onu tamamen unutmuşum." içeriye girdi. Çocukla gülüştüğünü gördü Clarissa. Birden her şeyi unutuvermişti. "O benim kocam, onun adını taşıyorum."
Brancoric banyo yaptı, tıraş oldu. Şimdi biraz daha iyi görünüyordu. "Bu yedi haftadan beri ilk banyomdu! Suyun içinde birkaç hayvancık yüzüyor. İnsan nasıl böyle bitlenir! Bana gerçekten iyi geldi. Uzun süre başına dert olacağımdan korkma; halletmem gereken işlerim var. Akşam benden kurtulmuş olacaksın." Uyumak için koltuğa yattı; Clarissa için zor olmuştu ama şöyle dedi: "Akşam yemeğine seni davet edeceğim."
Ertesi gün öğleden sonra Dr. Silberstein'a gitti Clarissa. Sanki telaşlıydı, ama aynı zamanda da sevinçli. Tavırlarında doğal bir rahatlık vardı. Yanında biri vardı. Biri ona kol kanat geriyordu. Yalnızlık geçmişti. Huzursuzluk unutulmuştu. Her şey o kadar kolaydı ki. Hayat ona artık zor gelmemeliydi. Eve dönüşte bir de alışveriş yaptı.
Clarissa akşam eve geldiğinde Brancoric ile oğlanı gördü. Yerde oturuyorlardı ve Brancoric gülerek şöyle dedi: "Birlikte biraz oynadık. Hoş bir oğlan. Çok akıllı." Clarissa kızardı. Bunu duymaktan hoşlanıyordu. "Her şeyi halledebildin mi?"
Brancoric aşağı yukarı dolanıp duruyordu. "Canım, şanssızsın. Bir süreliğine senin başındayım. Sana yük olmamayı ümit etmiştim. Ancak bir süre senden geçinmek zorundayım, bana yardım edeceksin artık. Bu benim suçum değil. Bu senin suçun."
Clarissa hemen karşı çıkmaya çalıştı. Ama Brancoric devam etti. "Evet, senin suçun. Sen ve o korkaklığın. Şimdi böyle elimiz kolumuz bağlı olmayacaktık. Ah, o şerefsiz, o lanet olası şerefsiz! Ona hiç güvenmemiştim! Anlaşmıştık. Sana rica etmiştim ya, parayı Huber'e yolla diye. Sen ve o korkaklığın. Üç yıl boyunca ona mal yolladım, 180.000 kronum onda. Sahtekâr. Ah o şerefsiz - ne dediğini biliyor musun, üzgünmüş. Benim yüzümden dokuz hafta boyunca yatmış - benim yüzümdenmiş, şerefsiz. Ayaklarım yara oldu benim, onu zengin ettim. Hiç olmazsa birkaç bin kronum olsa. Bir tek meteliğim yok! Hayır, bir tek kron vermedi bana - dava açmalıymışım. Davacı olamayacağımı biliyor! 'Ödeştik - sizin paranız karşılığında içeride yattım. Bir suçlu gibi. Sayın karınızı şahit gösterebilirim...' Ah, nasıl da edepsizdi, bir şey almadığını söylediğinde... Nasıl da edepsiz şu Huber. Senin paranı aldı ve bütün diğerini. Hakkımızı vermeliydi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Clarissa
General Fiction1902 yılından Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesine kadar geçen dönemde, dünyanın halini genç bir kadının gözünden anlatır. Avusturyalı bir subayın kızı olan Clarissa bir manastır okulunda büyümüş, eğitimini tamamladıktan sonra Viyanalı ünlü bir...