9

170 11 5
                                    

Eylül Ekim Kasım 1914

Dönüş yolculuğunda olup bitenleri Clarissa sonrasında artık hatırlamıyordu. Çünkü dış dünyaya kapatmıştı kendisini. Her şeyi sanki bir sis perdesinin ardından görüyordu. Her yerde afişler vardı. Hiçbirine bakmadı. Her şeyi ne olduğunu bilmiyormuş gibi yaşıyordu. İnsanlar sıkış tepiş biniyorlardı trene, ellerinde bayraklarıyla yaralı askerler, her şey gürültülü ve telaşlıydı, gözleri parlıyordu, kardeşliği kutluyorlardı. Tren garlarında genç erkekler vardı; Clarissa dışarı bakmıyordu; gazete dağıtıcıları bir şeyler bağırıyordu; Clarissa bilmek istemediği için hiçbir şey bilmeyen tek insandı. Adeta uyuşmuştu. Yemiyor, içmiyordu. Altındaki raylar şöyle sesleniyordu sanki: Geçti, geçti, bitti, bitti.

Kendisini birden evinin eski odasında buldu; oraya nasıl geldiğini bilmiyordu. Genç bir subay yaveri kapıyı açmış ve bir şeyler söylemişti, muhtemelen generalin geleceğini; tam olarak ne söylediğini bilmiyordu. Odasında bir koltuk vardı, uyuşmuş gibi üzerine yığıldı. Net düşünemiyordu. Bir şeyler oluyordu. Ve savaş vardı. Karpatlarda bir yerlerde. Ya bu doğru değildi ya da savaşın sürdüğü haftalar geçip gitmişti.

Zamanın da farkında değildi, akşam mı yoksa gece mi; dışarıda kapının açıldığını duydu. Adımlardan babası olduğunu anladı. Ayağa kalktı ve onun yanına gitti. Babası yorgun ve endişeli görünüyordu; daha da yaşlanmış, çökmüştü. Clarissa'yı fark ettiğinde duruşunu dikleştirdi. Ona sarılırken çok ciddiydi. "Bugün gelmen iyi oldu. Eduard yarın cepheye gidecek. Sabah erkenden vedalaşmak için gelecek." Derken bir sessizlik oldu. "Her şeye hazırlıklı olmalıyız" dedi babası ciddi bir ifadeyle. "Bu savaş uzun sürecek ve bu savaştan sonra dünya eskisi gibi olmayacak. Bunun için yaşadım ben, bunun için çalıştım. Şimdi gerçekten savaşılıyor. Bununla kimin arzusunun yerine geldiğini soruyorum kendime. Neyse..." Bunu söylerken yazı masasına oturdu. Clarissa, babası yazı masasına oturduğunda onun daha çalışacağını ve rahatsız edilmek istemediğini biliyordu. "İyi geceler," dedi usulca. Babası başını kaldırdı. "Ne yapmak istiyorsun? Eski işine mi döneceksin yoksa sıhhiye hizmetine mi kaydolacaksın?"

Clarissa düşündü. Daha önce böyle bir şey hiç aklından geçmemişti. "Sen nasıl istersen. Belki bana burada ihtiyacın olur." "Hayır," dedi babası sakince, "dışarıda en iyilere ihtiyaç duyulacak. İnsan daha zor olanı seçmelidir, yoksa katlanamaz."

Başını eğip onun yanından ayrıldı. Bunu hiç düşünmemişti. Düşünmek istememişti, değerlendirmek istememişti. Hayatta kalarak zamanın üstesinden gelmek gerekiyordu. Tanrı'ya şükür ki iş vardı; ne kadar çok olursa o kadar iyi. Onun için her şey açıktı. Bir işe sığınmak zorundaydı. İş ne kadar zor olursa o kadar iyi olacaktı.

Sabahleyin ağabeyi geldi. Kolunda sefer pazıbendi takılıydı. Görünüşü tam bir erkek gibiydi. Genç, berrak yüzünde sert bir ifade vardı. "Hazırız. Yaman delikanlılarız. Bizi durdurmak imkânsız. Emin ol onları alt edeceğiz. O eşkıyaları, o Sırpları pestil gibi ezeceğiz. Sonra da her şeyi başlatan Fransızların karşısına çıkacağız. O haydutların, o sefil halkın hakkından geleceğiz."

Clarissa bir acı hissetti. Komik görünüşleriyle o öğretmenleri, o aklı başında insanları gözünün önüne getirdi. Yalnızca Leonard'ı düşünmüyordu. Eduard'ın sözleri içine oturmuştu. Leonard'ı ve kendisini savunması gerekiyormuş izlenimine kapıldı. Anlamsızdı, bunu biliyordu. Ancak şimdi konuşmazsa ihanet etmiş gibi olacaktı.

"Aman bırak," dedi elini ağabeyinin omzuna koyarken, rica edercesine "Onlar da bizim kadar neden ve niçin olduğunu bilmiyorlar" dedi. Babası sakince şöyle dedi: "Politikadan bahsetme." Fakat Eduard sinirlendi ve "Onlar bilmiyorlar mı?" dedi, Clarissa ise "Bu Tanrı'nın takdiri" dedi. "Sen bundan ne anlarsın?! Onlar bize saldırdı. Şimdi karşılarında kimin olduğunu görecek o boşboğazlar. On yıldır rahat vermiyorlar. Ama onlara öyle bir ders verilecek ki, beş yüz yıl kendilerine gelemeyecekler; onların savaş arzularını iliklerinden söküp atmak lazım" dedi Eduard.

ClarissaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin