11

159 13 3
                                    

Kasım, Aralık 1914

Clarissa daha üç gün tatili olmasına rağmen aynı akşam hastaneye geri döndü. Bir şeyler yapmalıydı. Kendini oyalamak istiyordu. Bu arada sürekli düşünmesi gerekiyordu; bebek gelişiyor, büyüyordu. Şu anda kararlı olmalıydı. Çünkü içinde yine kararsız kalma korkusu vardı. Ancak biliyordu; oradan dönüş yoktu. Bu ardındaki köprüleri yıkmak anlamına geliyordu. Nihayet kararlıydı. Her şey açıklığa kavuşmuştu. Zorluklara göğüs gererek yaşaması gerekecekti. Yapılacak çok şey vardı. Kendini işe verdi. Bir gün sonrasında işbaşı yaptı.

"İyi ki geldiniz," şeklinde selamladı onu ağarmış sakallarıyla kasaba doktoru olan Tirollü Dr. Ferleitner. "Gözüm yollarda kalmıştı. Bir şey için size ihtiyacım var. Siz Viyana'da Silberstein'ın asistanıydınız değil mi?"

Clarissa doğruladı.

"Bazı tahtaları eksilmişe benziyor Sayın Hofrat'ın. Gazetede bir şey okudum. Bildirgeyi imzalamayı reddetmiş ve onun yerine bir broşür yayımlamış; bilim uluslararasıymış, uluslarüstüymüş; bilim insanının bunlara tarafsız kalması, bunlara karışmaması gerekirmiş. Tam da bu uluslararası ve uluslarüstü sayın beylere ihtiyacımız vardı, şimdi halkımız söz konusuyken. Bunlar vatan hainidir ve bunlara öyle muamele etmek gerekir. Neyse, akademiden ihraç ettiler zaten, o yaygaracıyı. Böylesine bir küstahlık. Broşüründe Fransızlar için büyük bir kültür ulusu diyor. Binlerce gencin can verdiği şu günlerde bunları söylemenin tam sırası tabii; ona Legion d'honneur Nişanı'nı verdiler... Evet, ne... ben ne söyleyecektim... tamam... onun asistanıydınız ve yanında bir şeyler öğrenmişsinizdir, ne de olsa herif işinin erbabıdır ve öyle kalmaya da devam etmeliydi eşek... demem o ki... diğer bölümde 6 numaralı odaya yeni biri geldi. Havaya fırlatıldığı için basınç nedeniyle sinir bozukluğu... Ciddi bir yarası yok... titreme, konuşma bozukluğu, ağlama krizleri, fiziksel bir rahatsızlık bulmak mümkün değil... beyin sarsıntısı... Tüm gün yattı, yemek verilince çıkartıyor... evet, ne diyecektim... ona yalnızca dört defa baktım, ama bir şey yolunda değilmiş gibi geliyor bana... Herif sanki rol yapıyor ya da abartıyormuş gibi bir his var içimde, ancak sinir hastalıklarından pek anlamıyorum, bunlar biraz karışık işler... benim alanım değil... sizden rica etmek istediğim şey ise hemşire Clarissa, biraz dikkat etmeniz... arada bir bölüme gidin dikkat çekmeden... adamın durumuna bakın... ateşine bakın ve titremesi yalnızca biz içeri girince mi başlıyor, bu üçkâğıtçıların tüm numaralarının kayıtlı olduğu bakanlık kararnamesinden de faydalanın... Belki de ona haksızlık ediyorum ama bu kadar az yatağımızın olduğu şu günlerde diğerleri görevlerini yaparken birinin burada birkaç haftalığına tembellik etmemesi için dikkat etmek gerekir!"

Clarissa söz verdi. Aynı gün 6 numaralı odaya teftişe gitti. İçeride dört yatak bulunuyordu. İki yaralıyı önceden hatırlıyordu, alnından vurulmuş askerler, sargılar gözlerini kapatıyordu, bu nedenle gözlerinin kurtarılıp kurtarılamayacağını Clarissa bilmiyordu. Pencere kenarındaki yatakta yeni bir hasta yatıyordu. Uyuyordu. Yaklaşık yirmi yedi yaşlarında genç bir adamdı, çocuksu yumuşak ağzı vardı, belki de kahverengi kıvırcık saçları ve parlayan alnıyla yakışıklı sayılabilirdi. Ancak yüzü gayet solgundu, gözleri yuvalarına çökmüştü, bu onun yüzüne maske takmış izlenimi uyandırıyordu; yalnızca ağzı uykuda çarpık gibi duruyordu. Clarissa yaklaştı. O anda hafif gürültüden korkan adam yerinden fırladı ve gri gözlerini Clarissa'ya dikti, yanakları titriyor, gözkapakları seğiriyordu. "Ne... ne, var?" dedi Clarissa'ya.

"Hiçbir şey. Ben diğer bölümün hemşiresiyim. İzindeydim." Adam ona tereddütle baktı ve titremeye başladı. "Korkmayın," dedi Clarissa onu sakinleştirmeye çalışarak ve yakınlaştı. Ama hasta daha çok titremeye, sarsılmaya başladı, çenesi zangırdıyordu, çenesi birbirine vuruyordu ve dişleri takırdıyordu; korkunç, tüyler ürpertici bir korku duyuyordu. Kekeliyordu. "Be... be... beni," şeklinde neredeyse duyulmayacak kadar sessizce dili dolaşarak "tekrar mu... mu... muayene mi edeceksiniz?" diyordu. "Be... ben... artık da... dayana... dayanamıyorum. Ben... ben... ben... sessizlik is... istiyorum... benim... benim kafam çatlayacak, artık dayanamıyorum." Kollarını kenetlemiş, isterik bir kramp onu sarsıyordu. "Hayır, bugün artık muayene edilmeyeceksiniz," diye sakinleştirdi onu Clarissa, "yalnızca ateşinize bakmak istiyorum." Başım hafifçe yastıktan kaldırarak zorlukla kekeledi: "Bırakın beni..., bugün de..., değil..., lütfen beni bırakın... ben... ben yorgunum... artık dayanamıyorum, acıyın bana, yalvarıyorum hemşire..., sevgili, sevgili hemşire... bırakın uyuyayım..., sev..., sevgili hemşire." Bunu tatlı bir dille söylemişti. Biraz fazla hoş, fazlaca şefkatli bir ses tonuydu. "Peki," dedi Clarissa. "Yarın sabah ilk vizitede geleceğim; şimdi yalnızca dosyanıza bakıp hemen gideceğim." Gerçekten de yalnızca dosyasını okudu: "Gottfried Brancoric; kıdemli astsubay, piyade alayı, 27 yaşında; durumu: göçük altında kalmış; kırık?" Ses yalvararak ve sessizce geliyordu: "Bana kâğıdı gösterin... ben bi... bilmek istiyorum, neyim olduğunu... ben... an... anneme... yazmak zorundayım, anneme... ben yaz... yazmalıyım." Uyanık ve zihninin net olması Clarissa'nın hoşuna gitmemişti. Özellikle de sesindeki o yumuşak ton. "Daha sonra," dedi kısaca ve dosyayı tekrar yerine koydu. Adam sessizce yerine yattı. Ağzının etrafında çarpık bir ifade vardı. Üşüyormuş gibi bir titreme yayıldı

ClarissaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin