* * *
Clarissa babasının sabahtan daireye gittiğini, en azından öğleden önce evde olmadığını, ancak akşam eve döneceğini bildiğinden, tereddüt etmeden şunu yaptı: Küçük bavulunu karşıdaki bir kafeye bıraktı. İçindeki korku giderek artmıştı. Emin olmak istiyordu. Aklına getirdiğinden beri bunun mümkün olabileceğini düşünüyordu. Bir telefon rehberi rica etti. Bir kadın doktoru aradı. Aradığı birinci, ikinci ve üçüncü numarada kimseye ulaşamadı. Dördüncüsü şehir dışında bir doktordu, orada küçük bir muayenehanesi vardı, her şey çok sefil görünüyordu, beklemesi gerekiyordu. Birkaç kadın içeride oturmuş bekliyordu. İçlerinden birinin hamile olduğu açıkça belliydi. Korkunç bekleme süresi doktor onu içeri alana kadar uzayıp gitti. Clarissa doktorun yüzüne bile doğru dürüst bakmadı, cesareti kırılmıştı: Doktor onun yargıcıydı, ölmesine yaşamasına karar veriyordu, bu onun elindeydi. Keçisakallıydı, derin, gölgelenmiş gözleriyle yorgun görünüyordu. Ona vücudunu göstermek Clarissa'ya garip geliyordu, Leonard'dan başkasının görmediği, ondan başka kimsenin keşfetmediği vücudunu göstermek, soyunmak. Kendini iyi hissetmemesi de zaten geçmişti. Sonunda uzandı ve gözlerini kapattı. Doktor onu muayene etti. Clarissa ona bir şey sormaya cesaret edemiyordu. "Merak etmeyin sayın hanımefendi" dedi. "Her şey yolunda. Her şey olabildiğince normal seyrediyor. Bünyeniz gayet iyi. Normalinde ilk çocukta olduğu gibi değil. Ancak hareketlerinize dikkat etmelisiniz." Clarissa başının döndüğünü hissediyordu. Doktor korkunç bir şeyi öylesine doğal bir şekilde söylemişti ki, bu rahatlık onu sarstı. "Pekâlâ... Hiçbir tereddüdünüz yok öyle mi?" "Hem de hiç... Ama merak etmeyin, dediğim gibi... Her şey yolunda gidecek. Birkaç hafta sonra sizi tekrar muayene edeceğim." Omzuna dostça dokundu.
Clarissa huzursuz bir şekilde duruyordu. Beyninin içinde bir uğultu vardı. Doktorun kapının koluna davrandığını gördü. Doktora bir şey daha sormak istedi. Ancak bunun için yattığı yerde kalmak daha iyi olacaktı. Böyle daha rahat düşünülebiliyordu. Ancak dışarıda diğer hastalar bekliyordu. Kendinde o cesareti bulamadı. Ayrıca bu adam karşısında bunu söyleyebilmek için gereken güce sahip değildi. Dışarıya çıktığında düşüncelerini toparlayabildi... Bundan kurtulmak için bir yol. Kendini nasıl kurtarabilecekti. Doktor kendisine yardım eder miydi? Tırabzanlara tutundu. Artık bayılmamak, kendini toparlayabilmeliydi. Böylece güçlükle kendini eve sürükledi. Hep aynı şeyi düşünüyordu.
Akşamleyin kapının açıldığını duydu. Babasına telgraf yollamayı unutmuştu. Babası onun geldiğini bilmiyordu, şu anda yan odadaydı. Clarissa birdenbire kapıyı açmaya korktu. Ancak açmamak da olmazdı. Kapıya yaklaşırken yavaşça öksürdü. "Kim o?" diye seslendi babası yüksek sesle ve korkmuş olarak. Clarissa kapıyı açtı. "Benim baba." Babası kendisine baktığında Clarissa ürktü. Çok şey görmüştü, özellikle son haftalarda çekilmiş olan acıları. Ama babası tamamen çökmüştü. Clarissa'ya baktı. "Ah, sensin..." Bunu hiç de içten söylememişti. Sanki hayal kırıklığına uğramıştı. Oğlunu düşünmüştü. Oğlunu, yalnızca oğlunu. Geri çağıramadığı oğlunu. Clarissa'yı görebilirdi, her zaman görebilirdi, ne de olsa hayattaydı. Ama oğlu artık yaşamıyordu.
Kendini toparladı. "Gelmene sevindim" dedi kayıtsızca. Derken Clarissa'ya yaklaşıp onu kucakladı; biraz dalgın biçimde devam etti sözüne: "Sen otur, ben... ben gidip üstümü başımı düzelteyim" diyerek aceleyle yan odaya geçti. Clarissa onu yeterince tanıyordu. Babası utanıyordu. Yeterince metanetli olamamaktan korkuyordu. Birkaç dakika sonra geri geldi ve konuşmaya başladı. "Henüz ayrıntılı bir haber alamadım. Sadece telgraf işte. Karpatlarda... İşte şurada ya da burada... yaşamak istemeyenler kurtuluyor diğerleri ölüyor... Evet, en tehlikeli mevki... Karpat Dağlan, ki orada yalnızca baskınla düşmanlar yok edilebilir. Ordu donatım yetkilisi Kubianka orayı yarabilmek için kaleler yaptırdı... Parlamentodan iki milyon istedi, günümüzde iki milyon nedir ki... Ayrıca Kosice'den trenleri tek ray üzerinde yürüttü, tek yönlü olarak... Ancak onlar da tahminde bulunmuşlardı, Conrad von Hötzendorf hemen Stryj ve Prut üzerinden saldırılacağım düşünmüştü, ancak trenlerin tersine de işleyebileceğini akıl edememişlerdi, bunu söylediğin zaman zaten istatistikçi oluyorsun... Taarruz dediğin planlanmalıdır." Hissizleşmişti, katılaşmıştı. Elinde tuttuğu kâğıdı artık hissetmiyormuş gibiydi. Vatanını düşünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Clarissa
General Fiction1902 yılından Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesine kadar geçen dönemde, dünyanın halini genç bir kadının gözünden anlatır. Avusturyalı bir subayın kızı olan Clarissa bir manastır okulunda büyümüş, eğitimini tamamladıktan sonra Viyanalı ünlü bir...