2 Ağustos 2020 - Busan
Bana duyguları öğretmesi gereken kul şimdi oldukça uzaktaydı. Tatmadığım sevginin, duyguların çetelesini artık tutamazdım. Ben kimdim ki? Kırılmış bir çocuğu içinde saklayan koskocaman adam, yalnızlığın beden bulmuş hali.
Ben kimdim ki öylece mahvediyordum insanları. İnanın, bunları seneler önce görüp tatmış olsaydım şimdi Jungkook'u tanımak istemezdim. Kırılmış bir adamı darmadağın olmuş tanrı kulu bile kurtaramazdı.
Biz ne zaman birbirimizi onarmaya çalıştık işte o zaman hasar aldık. Çünkü bizi darmadağın eden şey aşktan, sevgiden başka bir şey değildi.
Sessizce plaktan gelen o güzel evlilik şarkımıza kulak kabarttım. Dışarıda üzgünlüğümün tanrı tarafından resmedilmiş bir örneği varken düşüncelerim beni rahat bırakmıyordu.
Boşalırcasına yağan şiddetli yağmur lüks evimin en pahalı camına çarpıp dururken kenarıda duran en sevdiğim kupamı aldım. Üzerimde yıllar önce Jungkook'un bana hediye ettiği geniş, uzun tişört altımda ise iç çamaşıra benzeyen dar bir şort vardı.
Aslında bu evde olan her şey dolaylı yoldan Jungkook'u özlememe sebep oluyordu.
Günlerdir şirkete gitmiyordum, bütün hastalarımı diğer doktor arkadaşlarıma yönlendirmiş ve kendime uzun bir tatil ayarlamıştım.
Amacım Jungkook'a uzak kalmaktı her ne kadar onu unutmamak için ev parfümümü bile onun kokusundan alsam da.
Her attığım adımda peşimdeydi sanki. Kokusu, eşyaları, evlilik resimlerimiz, hala daha kaldırmaya üşendiğim çerçevedeki fotoğraflarımız.
Pekala pek üşendiğim söylenemez, istesem o fotoğrafları çoktan çöpe atardım.
Fakat fotoğraflarda beraberdik, orada da ayrılmak istemedim.
"Baba?" Plağın huzurlu sesini bastıran oğluma döndüm. Hazırlanmıştı, bir yere mi gidiyordu? Tekrardan beni bırakıp Jungkook'un yanında eğlenecek miydi?
Aslında artık sorun etmiyordum. O asla benim gibi bir çocuk olmayacaktı.
"Git." Aralanan dudakları, boncuk boncuk genişleyen gözleri ve mahçup olduğunu belli eden kızarmış yanaklarıyla biraz bana benzediğini düşündüm.
Aslında iç dünyasında küçük de olsa Park Jimin vardı.
Onun kaybolmasını istemedim.
Huzursuzca yerinde kıpırdanıp sırt çantasını kenara koydu. Fazla söze gerek yoktu, farkındaydım. O birkaç saatliğine değil birkaç günlüğüne uzaklaşıyordu benden. Bir nevi terk ediyordu babasını. Yaralarımın ona da dokunmasını istemedim, gitmeliydi.
Serbest bıraktığım uçurtmanın ipini bir daha tutamayacağımı bilsem de vazgeçtim. Belki de en iyisi buydu.
"Ama ben birkaç günlüğü-" Gülümsedim, ne zaman kırılsam gülümserdim. Moralim bozukken yanımda olması gerekiyordu fakat o beni enkazın altından çıkarmak yerine üzerime toprak attı.
Çiçek de diker miydi ölü ruhumun mezarına?
"Git, o senin baban. Seni zorla tutamam." Yüzündeki belirsiz ifadeye karşı iç geçirdim. Ne kadar da Jungkook'u anımsıyordum ona bakınca. Gözümün önüne gelen zeytin, yılların yıprattığı irisler beni derbeder etti.
Çirkin kalbimi herkesten saklamak istedim.
"Yağmur şiddetle-" Evi aydınlatan yıldırımla birlikte endişem açığa çıktı. Tek başına gidemezdi, aklım kalırdı.
![](https://img.wattpad.com/cover/237935623-288-k907146.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yuanfen 'Jikook
FanfictionTamamlandı ✔️ Jimin, eski eşi olan Jeon Jungkook'u hastası olarak kabul eder. "Silahını da getirmeyi unutma." "Senin öldürdüğün aşkımıza birkaç el ateş de ben atacağım." Pjm,Jjk