15 Ekim 2020 - BusanHüzünlü bir Ekim sabahı, erkenden beyazlayan zemin ve içimi kıpır kıpır eden düşüncelerle gözlerimi açtım. Yaşadığımı hissetmedim, yaşamak böyle bir şey değildi. Yaşamak, birazdan olacak şeylere kör, sağır, dilsiz tanık olmak değildi.
Ben en başından beri yaşamıyordum ki? Kim döktüyse yapraklarımı ona kızmam gerekirdi. Kızamadım, belki de en büyük sorun bendeydi.
Ona inanan lanet aklımda.
"Bu fotoğraf neden burada Jimin?" Kaşlarımı çatıp yeni yeni alışmaya çalıştığım hafif aydınlık odada göz gezdirdim. Bu saatte neden uyanıktı veya neden alacaklı gibi beni dürtüyordu emin olamasam da ilişkimizin tekrardan sarsılacağını iliklerime kadar hissettim.
Gözlerimi hiç açmamış olmayı diledim. Öyle ki kafamı yastığıma koyup sırtımı döndüm ona, yüzüne bakarsam parça pinçik olurdum.
"Git başımdan Jungkook, lütfen." Omzumdan bastırıp düz yatmamı sağladığında dolu gözlerimle izledim onun sinirli irislerini. Sinirlenince gözü beni dahi görmüyordu. Ben tedavi olduğunu düşünürken büyük bir yalana inandığımı yeni yeni fark ettim.
"Bir ilişki mi? Gerçekten sana inanan aklımı sikeyim." Avazı çıkana kadar bağırdığında kulağıma doğru bir göz yaşı düştü. Kalbim öylesine ağırlaştı, öylesine büyüdü ki göğüs kafesimi parçalayıp çıkacak diye korktum.
Benim güzel sevgilim bir kez daha öldürdü ilişkimizi. Bir katilden yaşatmasını isteyemezdim zaten.
Bu tanrıdan ölmesini istemek kadar saçma bir şeydi.
"Kalk." Bileğimden çekip bir çırpıda yataktan çıkardı. Şaşkınlıkla olacakları izlemeye başladım. Bir yandan çoktan gürültümüze uyanan oğlum evin içinde bas bas bağırıyordu.
"Baba? Baba ne yapıyorsun? Onu nereye götürüyorsun?" Sırf Sungwoon'la fotoğrafım var diye bana böyle acımasızca davranması akıl alır gibi değildi. Lakin izledim, şahit olmak istedim.
Bir kez daha o sinirli haliyle burun buruna gelip nefret etmek istedim.
Pijamalarımı umursamadan evden çıkarıp çoktan hazırlanan siyah arabasına nazikçe bindirdi. Haksızlıktı; O takım elbiseleriyle kusursuz görünüyorken ben pijamalarımla uykulu bir halde korkudan tir tir titriyordum.
Belki de bu sefer öldüreceği kişi aşkımız değilde ben olurdum.
Belki de bu sefer gerçekten nefret ederim.
"Nereye gidiyoruz?" Gözlerimi ovuşturup kafamı temiz cama yasladım. Her sarsıntıda sallanan saçlarım ayrı bir sinirimi bozdu. Kapıyı açıp kendimi atmak istedim. "Sana diyorum Jungkook, nereye gidiyoruz?"
Cevap vermeden nereden çıkardığını bilmediğim sandviçi kucağıma koydu.
"Sungwoon'a." Kaşlarımı çatıp ilk kucağıma bıraktığı sandviçe ardından ona baktım.
N'olursun, lütfen Jungkook.
Lütfen artık kör olma, gör gözlerimin ne halde olduğunu.
"Jungkook ayrılalım." Araba gittikçe hızlanırken tutunmak için bir yer aradım. Benim çarem de oydu, bacağına tüm kolumun yükünü verip kafamı yere eğdim. Deli gibi, çıldırırcasına ağladım.
Yol boyunca ne o konuştu ne de ben. Çaresizlikten ve stresten sandviçi bile yedim.
Getirdiği deniz kenarına baktım, burası yıllar önce ilişkimizi başlattığımız yerdi. Soğuk olduğundan dolayı kimseler yoktu, sadece o, ben, dev dalgalar, kayalar ve dalgalara ayak uyduran göz yaşlarımla tek başımızaydık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yuanfen 'Jikook
FanfictionTamamlandı ✔️ Jimin, eski eşi olan Jeon Jungkook'u hastası olarak kabul eder. "Silahını da getirmeyi unutma." "Senin öldürdüğün aşkımıza birkaç el ateş de ben atacağım." Pjm,Jjk