Günün yorgunluğu ile omuzlarım düşerken odamın kapısını sonuna kadar kilitleyip anahtarı cebime attım ve geniş koridorda ilerlemeye başladım.
Her gün öğrencilerden bile erken çıkmama rağmen, bugün keltoşun verdiği saçma sapan işler yüzünden akşama kadar odamdan çıkamamıştım.
Şimdi ise bir an önce eve gitmek ve bu lanet günü unutmak istiyordum.
Geçtiğim her koridorun ışığını kapatıp, en sonunda anı bölgesinin büyük ve parlak ışığını açtığımda geriye sadece kampüsü kilitlemek kalmıştı. Neredeyse 10 yılımın geçtiği bu okulda bilmediğim tek delik, tek köşe yoktu.
Kampüsten çıktığımda serin yaz akşamının o eşsiz rüzgarı saçlarımı birbirine karıştırmış ve gülümsememe sebep olmuştu.
Kocaman iki demir kapıyı kilitleyip anahtarı cebime attım ve merdivenleri hızla indim.
Yeni büyümeye başlayan çimenler, rengarenk açan çiçekler ve sarımsı bahçe ışıkları okulu öylesine güzel gösteriyordu ki insanın öğrenci olası gelmiyor değildi.
Köşeyi dönüp çıkışa yöneldiğimde ışığı yanan revir dikkatimi çekmişti. Bu okulun öğrencileri, tasarruf ne bilmeyen züppelerdendi. Şurada çalıştığım süre zarfı boyunca bunu anlamam güç olmamıştı.
Ellerini kaldırıp yaktıkları ışığı kapatmak zor geliyor olmalıydı.
Söylenerek ahşap kapının önüne geldiğimde sinirle kulpunu çevirdim ve küçük odanın içerisine girdim.
Görmeyi beklemediğim bir şekilde sedyede oturan adam şaşkın bakışlarıyla beni süzdüğünde ince kaşlarım çatılmış, ellerim adeta sinirli bir anne gibi belime dolanmıştı.
"Ne işin var senin burada?" sinirle bağırıp gözlerimle kapıda ki revir yazısını gösterdiğimde melül bakışlarını üzerimden çekip fayansa odaklanmıştı. "Ders saatiniz bittiğinde burada olmanız yasak, bilmiyor musun?"
Dudaklarını aralayıp duraksadığında içli bir nefes aldı. "Biliyorum."
Sakin kalmalıydım, nefretle değil ona bir öğrenciymiş gibi yaklaşmalıydım. Ancak bu benim açımdan hiç kolay olmuyordu ve onun da beni bir öğretmen olarak gördüğünü sanmıyordum.
"O zaman neden buradasın?" dedim sorgulayıcı bir tavır takınırken. "Yanlış bir saatte yanlış bir yerde olmanın elbet açıklaması vardır, değil mi Jeon?"
Bundan beş yıl önce bana aynı cümleleri kurmuştu, beni hikayemizin başladığı bu dört duvar arasında kendi rüzgarına kaptırmıştı ve ben her kendimi kötü hissettiğimde soluğu burada almıştım.
Aptal bir kadındım, beni aptala çevirmiş ardından da uçurumun kenarında terketmişti.
"Elim yandı." dedi kıpkırmızı olan avuç içini gösterirken. "Kafeden aldığım kahveyi arabada içebilirim sandım ama içemedim. Buradan geçiyordum krem sürmek için gelmiştim, bulamadım." sakince, kelime kelime nedenini anlattığında dudaklarım ince bir çizgi halini aldı.
Tökezlememeye dikkat ederek çekmeceye ilerlediğimde elimle koymuş gibi kremi bulup yavaş adımlarla yanına yürüdüm.
Önüme gelen siyah saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdığımda kremden eline iki fındık tanesi kadar sıkıp kremi sedyeye fırlattım.
Üzerimde ki delici bakışlar eşliğinde kremi güzelce eline yedirdiğimde zaman sanki durmuş gibi ilerlemiyordu ya da ben gereksiz biri için gereksiz heyecan yapıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝙬𝙞𝙣𝙩𝙚𝙧 ʳᵒˢᵉᵏᵒᵒᵏ
FanfictionRoseanne, eli yandığı için gittiği revirde hiç beklemediği bir takım şeyler duymuştu. Orada tanıştığı kişinin, Dünya'da ki şeytan olduğunu bilse bir saniye bile durmazdı. Fakat o şeytana ölümüne aşık olmuştu. kategoride; 15.09.2020 - 1 #chaeyoung ...