Bizim eve geldiğimizde annem hemen sofraya oturttu ikimizi de. O masanın başına oturmuştu ve tabi Kyungsoo ve ben de karşılıklı oturmuştuk. Yemekleri sessizce yemeyi seçmişti. Ben de mecburi olarak onu kendi haline bırakmayı seçmiştim.
Annem işteki bir şeyleri anlatıyordu kendi kendine. Takılmadığının farkındaydı ama masadaki sessiz havayı bozmak istiyordu belli ki. Kyungsoo'ya ailesini sormak istiyordum ama biri babamı sorduğunda nasıl hissettiğimi hatırlayıp kendime engel oluyordum. Ben çok küçükken ölmüştü babam, annem de tek başına göğüs germişti her şeye. Yeniden biriyle evlense mutlu bile olurdum ama o bi ilişkiden yana değildi. Benimle mutlu olduğunu söylerdi, benim ona yettiğimi... Ama yetmiyordu biliyordum. Benim için bile zordu babasızlık, hiç tanımadığım bi adamın yokluğunu hissederdim her zaman. Bir baba sıcaklığı nedir hep merak ederdim.
Küçükken annemin yeni bi adamla evlendiğini görürdüm rüyalarımda. Hani şu 'üvey baba' sıfatına uymayan biriydi. Beraber maçlara gider evde bilgisayar oyunları oynardık. Rüyam gerçek olsaydı annemin babamı aldattığını düşünmezdim mesela. Bilmiyorum, belki de midem fazla genişti. Belki de çok fazla bencil olduğumdan sadece kendimi düşünüyordum. Bu yüzden anneme sadece 'Biriyle evlenirsen karşı çıkmam.' demiştim. 'Üvey baba istiyorum' diyemezdim tabii...
Kyungsoo'nun ailesi var mıydı bilmiyordum. Varsa neredeydiler, neden onu bir başına bırakıp gitmişlerdi? Acaba ailesi geçen sene mi ölmüştü? Baekhyun 'Geçen sene geldi okula' demişti. Nedense böyle sessiz oluşunun altında öyle bir hikayenin yattığını hissediyordum.
Böyle sessiz oluşunu kaldıramıyordum. Ailesini kaybettiyse bile böyle koyvermemesi gerekiyordu bana göre. Ailesi çocuklarının böyle olmasını mı isterdi sanki? Her ne olursa olsun hayat devam ediyordu. İnsanlardan korkarak ömür mü geçerdi.
Kendi düşüncelerime dalmışken karşımdaki ufak bedeni unutmuştum bi anda. Hıçkırık sesleri bana kendini hatırlattı. Girdiğim o boşluktan çıkıp ne olduğunu kavramaya çalıştım. Karşımdaki bedene baktığımda hıçkırarak pilavı ağzına tıktığını gördüm. Annemle bakıştık kısa bi an. Tam yerimden kalkacakken annem durmamı işaret edip Kyungsoo'nun elini tuttu.
"Bir şey mi oldu canım?" sesinden annemin de şaşkınlıkla beraber üzgün olduğunu hisseettim. Kyungsoo'ya kaydı gözlerim yere doğru bakan gözleri baktığı yere sabitlenmişti. Eğik olan başını salladı sadece. 'Bir şey yok' demek istemişti belli ki ama vardı işte bir şey. Onu ağlatan sebebi/kişiyi her neyse işte, bulup dünya üzerinden yok etmek istedim.
Annemin 'dokunma çocuğa içini döksün' bakışlarına rağmen yerimden kalkıp Kyungsoo'nun yanına gittim. Kaşık kendinden bağımsız bi şekilde Kyungsoo'nun masadaki elinde duruyordu. Yanına oturup sandalyemi olabildiğince yaklaştırdım ona. Elindeki kaşığı alıp önündeki yemeklerden herhangi birine daldırdım. Tepelemesine doldurduğum kaşığı Kyungsoo'nun ağzına kadar yaklaştırdım. Eğik olan kafasını kaldırıp yüzüme baktı. Zoraki bi şekilde gülümsediğimde göz yaşlarım görüşümü bulanıklaştırmaya başlamıştı bile. Yıllardır ağlamayan Kim Jong In, ağlamanın ne demek olduğunu unutan Kim Jong In karşısındaki küçük adama eşlik ediyordu. Ne sıkıntısı olduğunu bilmiyordu ama her neyse sıkıntısı paylaşmak istiyordu.
Sorgulamadan uzattığım kaşığı aldı ağzına. Ondan sonraki tepeleme kaşığı kendi ağzıma teptim. Böyle böyle göz yaşlarımıza karışmış yemeklerden 5-6 kaşık daha yedik. En son uzattığım kaşığı aldı elimden, tabağın içine koyup kocaman sarıldı bana. Eksik kalan bir şeylerin tam olduğunu hissettim o an. Konuşmadan bir şeyleri anlatmayı öğrendim. İşte tam o anda, bazen bir sarılmanın uzun uzun cümlelerden daha etkili olduğunu hissettim. Ben Kim Jong In, sarıldığım küçük adamın yaralarını tek tek saracağıma yemin ettim.
Hep beraber -evet annem de bize katılmıştı-ağlaya ağlaya yemeklerimizi yedikten sonra Kyungsoo evine gitmişti. Biz de o gittikten sonra biraz televizyon izlemiş, ardından odalarımıza çekilmişti. O günü de öyle bitirmiştik.
Kısa oldu ama teknik aksaklıklar oldu o yüzden bölümü partlara böldüm. Bi sonraki partı uyumazsam yarım saate atarım. Yorum yaparsanız ficin okunduğunu hissedip yazmaya devam edebilirim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SECRET√
Phiêu lưuKapşonlu hırkaları vardı, yıkılmaz duvarları olduğu gibi. Dikkatli bakmayınca fark edilmezdi beyaz kelebek misali. O kırılmıştı, o üzülmüştü, o yalnız kalmıştı. Fakat şimdi siyah bir kelebek onu fark etmişti ve hayat griye dönmeye başlamıştı.