Ertesi gün erkenden uyanmıştım bir pazar sabahına. Bakın, erken uyanmak hiç huyum değildir. Hele hele hafta sonları hiç hiç hiç... Ama o gün erkenden uyanmayı başarmıştım. 2'şer dakikalık arayla 18 tane alarm kurmuştum orası ayrı. Sabah erkenden kalkıp Kyungsoo'yla uzun bir gün geçirmeyi istemiştim. Belki bi umut dileğim gerçek olur diye hemen hazırlanıp mutfağa inmiştim. Faturalar çekmecelerden birindeydi. Ve tabii paraları da. Faturaları cebime tıkıştırıp anneme bi not yazıp evden çıktım
Oğlun faturaları ödemeye gitti. Ahhh gözlerin yaşardı değil mi? Ağlamana izin veriyorum genç bayan, oğlunla gururlanabilirsin ^^
NOT; ŞAKA YAPTIM AĞLAYAMAZSIN!
***
Kyungsoo'nun kapısına geldiğimde bi an için vaz geçtim. Saat daha 07.00 falandı. Küçüğümü o saatte uyandırmak istememiştim. 'Küçüğüm mü dedi? Hayal kırıklığısın Kim Jong In!' demenizi duyar gibiyim ama üzgünüm bu kelimeyi sevdim. Küçüğüm~ Sizce de çok şapşirik bi kelime değil mi? ^^ Deliriyorum evet!
Birazcık daha (yarım dakika bile değil asjdkel) bekledikten sonra çaldım zili. Bekledim bekledim bekledim... (10 saniye asjdksl) sonra tekrar çaldım. Yine bekledim bekledim, tam üçüncüye tekrar çalacakken açıldı kapı. 3 uğurlu sayım demiştim dimi? Pororo da uğurlu çizgi filmim olmuştu an. Ne alaka derseniz siz de karşınızda Pororolu gecelikleriyle duran bi Kyungsoo görseydiniz ne alaka anlardınız. Saçları birbirine girmiş, Buggs Bunny terlikleriyle adeta anasınıfındaki uyuma saatlerinden fırlamışcasına karşımda duruyordu ve ben üstüne atlayıp her yerini mıncıklamamak için kendimi zor tutuyordum. O uykusunu açmaya çalıştığı için uzun uzun bakmıştı yüzüme bense onu incelemek için uzun uzun izlemiştim onu.
"Ne var sabah sabah?" güne böyle bir cümleyi duyarak başladığım için inanın hiç şikayetçi değildim. Sabah ilk gördüğüm/sesini ilk duyduğum insan o olduğu için kiliseye gidip dua etmeyi falan bile düşündüm.
"Sana da günaydın~" yanından geçip içeri girdim. Davet etmesini falan beklesem bi asır beklerdim heralde kapıda. İçeri geçip kanepesine oturduğumda ne kadar rahat olduğunu fark ettim. Kafamı çevirip arkama baktığımda bana, küfürler saydırdığı her halinden belli olan bi ifadeyle bakıyordu
"Uyurgezer falan mısın?" sabah sabah kısık çıkmıştı sesi.
"Nerde o günler. Gece uyur uyur yanına gelirdim." sabah mallığının verdiği öz güvene dayanarak söylemiştim bunu.
"Şimdi sana küfür etsem günah işlemem diye düşünüyorum." yanıma gelip yere düşen battaniyeyi üstüne serdikten sonra kanepeye yatıp cenin pozisyonuna gelmişti. Uyku sersemi olduğundan beni kovmaya bile uğraşmadan uykuya dalmıştı.
Aslında o sabahki planlarımda Kyungsoo'yu ikna edip faturaları ödemeye beraber gitmek vardı ama onu öyle uyurken görünce o an dünya yansa onu uyandırmaya kıyamayacağımı fark ettim. O yüzden ilk mutfağına gidip kahvaltılık neler eksikse aklımda listeledim. Ardından portmantoya asılı anahtarlardan bir tanesini alıp dışarı çıktım. Çok çabuk kaybettiğinden olsa gerek o kadar çok anahtar vardı ki birinin yokluğunu hissetmezdi zaten.
İlk faturaları ödedikten sonra kahvaltılık bir şeyler almak için markete gittim. O sırada annem aramıştı.
"Jongin, bugünü tarihe kazıdım yavrum." telefonu açtığı gibi söylediği şey bu olmuştu.
"İyi yapmışsın anne. Ben de altına imzamı atarım bi ara." peynir reyonuna giderken konuşmaya çalışıyordum.
"Nerdesin şimdi?"
"Kahvaltılık bir şeyler alıyorum. Beraber hazırlarız sonra Kyungsoo'yu davet ederiz olmaz mı?" bu söylediğimle iç çekmişti
"Jongin-ah bu hafta sonu anneni affetsen olur mu?" planladığı şeyi görmek o kadar zor değildi aslında.
"Ne için anne?"
"Bu pazar şirket arkadaşlarımla bi kahvaltıya gidecektim. Ama gitme dersen gitmem." sizin de anlayacağınız üzre Kyungsoo'yla baş başa kalalım diye yapıyordu işte.
"Bu seferlik affedebilirim sanırım." oyununa dahil olmayı seçmiştim ben de
"Benim oğlum bir tane! Annen şimdi hazırlansın o zaman. SENİ SEVİYORUUUMMM...!!!" cevap vermemi beklemeden kapatmıştı. Ben de o kapatınca kahvaltılık için pratik şeyler aldım. Pişirilmesi falan gerekmeyen şeyler. Meyve suyu vs de aldıktan sonra pastaneye yöneldim. O pastanenin donutları çok güzeldi. Kahvaltıda da güzel olabilirdi.
Her şeyi hallettikten sonra kendimi yine Kyungsoo'nun evinde buldum. Ses çıkarmamaya dikkat ederek eve girdim. Salondaki Kyungsoo'ya baktığımda hala uyuduğunu gördüm. Yüzümde açan kocaman gülümsemeyle mutfağa girip ultra hızla kahvaltı hazırladım. Yeniden Kyungsoo'nun yanına geldiğimde kaloriferin önündeki minderlerden birini kanepenin yanına çekip üstüne kuruldum. Sonraysa gözümü bile kırmadan uyuyan meleği inceledim.
Gün içinde kendini sürekli sakladığından hiçbir şekilde öyle uzun inceleyemiyordum yüzünü. O an odasına çıkıp kapşonlu olan neyi varsa yakmak istedim. Bü yüzü benden esirgeyen o çirkin şeylere lanet okudum. O uzun kirpiklerini, kaşlarını örten perçemlerini, şekilli burnunu, ölüm nedenim olabilecek dudaklarını benden saklamasından nefret ettim.
Telefonumu çıkarıp yüzlerce fotoğrafını hatta videolarını çektim. Takıntılı biri olduğumu düşünebilirsiniz ama o yüzü her zaman göremiyordum. Gördüğüm tek fırsatı da elimden geldiğince değerlendirdim. Hafif kımıldamaya başlayınca telefonumu hızla yüzünden çektim.
"Demek rüya değilmiş." minderi eski yerine çekerken arkamdan gelen ani sesle tanıdık pozisyona düştüm yine. Evet, şu mindere yüz üstü yapışma pozisyonum. "Minderime taciz ettiğini düşünmeye başlayacağım yakında." demesiyle yerin dibine geçmek istedim
"Kahvaltı hazır~" ayağa kalkabildiğimde rezilliğimi örtmek için ilk söylediğim bu olmuştu.
"Tanrım... Beni nelerle sınıyorsun?" diyip battaniyeyi kafasının üstüne kadar çekti. O zaman da battaniyeye nefretlerimi kustum içimden. Kyungsoo yüzünden dünyada nefret etmediğim cansız bir şey kalmayacaktı anlaşılan. Yanına gidip battaniyeyi çekmeye çalıştım hafifçe. Ama battaniyeti sıkıca tuttuğundan çekememiştim.
"Uyan hadi..." söylenmeme rağmen takmamıştı bile.
"Uyuyacağımmm..." Battaniyeyi biraz daha çekiştirince inatlaşma başlamıştı. Böyle hafif hafif çekmekle olmayınca daha bi abandım battaniyeye. O da battaniyenin altından kafasını çıkarıp en az benim kadar asıldı battaniyeye.
Bi anda gülümseyince değil nerede ne yaptığımı kim olduğunu bile unuttum. O gülümseyiş, dünya üzerinde anneminkinden sonra tek beğendiğim gülümseyiş olmuştu. O gülümseyiş için ülkeler arası savaş bile çıkabilirdi. En son gördüğüm şey o gülümseyiş olsaydı eğer hiç gocunmadan ölürdüm bile.
Ben öyle afallamışken o battaniyeyi hafifçe çekince bi anda üstünde buldum kendimi. Daha ne oldum ne oluyorum diyemeden kanepeden düşmüştüm. Ve tabi Kyungsoo da benim üstüme. Kalp atışlarını göğsümde, nefesini nefesimde hissediyordum. Ve sanırım ölümüm yakındı arkadaşlar. Belki kısa bilemiyorum ama benim için bi ömür süren bi zaman dilimi boyunca gözlerimizin içine baktık uzun uzun.
Sonra duran zaman yerine geldi, göz temasımız kesildi. Geriye esmer teniyle kızarmaya başlayan Jonginle ayağa kalkmaya çalışan Kyungsoo kaldı. Bakın 'çalışan' dedim. Çünkü sadece çalıştığıyla kalmıştı. Daha 20 cm uzaklaşamamışken ayağı altımızda bir yerde kalan battaniyeye dolanmış bu sefer daha fena bir düşüş yaşamıştı. Şöyle ki; dizi kasıklarıma dudakları dudaklarıma değerken bu filmin sonunu düşünmek istemiyordum...
Gökkuşağı serisine giriş yapmış bulunmaktayız asjdldtwysgshjk
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SECRET√
AventuraKapşonlu hırkaları vardı, yıkılmaz duvarları olduğu gibi. Dikkatli bakmayınca fark edilmezdi beyaz kelebek misali. O kırılmıştı, o üzülmüştü, o yalnız kalmıştı. Fakat şimdi siyah bir kelebek onu fark etmişti ve hayat griye dönmeye başlamıştı.