Bir kayboluş

112 1 0
                                    

Hayır, ona olan sevgim o kadar büyük ki, ona olan aşkım o kadar güçlü ki bunun tek taraflı olduğuna inanmıyorum. O da bana karşı bir şeyler hissetmese, onun da içinde bana ait bir bağ olmasa ben böyle hissetmezdim.  kalbimden süzülen ve aşk adı verilmiş o halat, o ip; onun kalbindeki halatla bağlanmış, hatta bir kördüğüm olmuş. Bu yüzden bu kadar güçlü hissediyorum. Eğer o bana karşı bir şeyler hissetmiyor olsaydı, kalbimdeki halat boşlukta, bir yere bağlı olmadan havada savrulurdu ve bu yüzden bu denli güçlü hissetmezdim. Demek ki, onun da kalbi bana bağlı, demek ki biz birbirimize bağlıyız. Bir tek bu açıklayabilir yüz bin fil gücünde olan hislerimi: onu düşündüğümde sadece beynimde değil kalbimde, ruhumda, kasıklarımda, dudaklarımda ve karnımda alevlerle tepişmelerini bir tek bu açıklayabilir. O kadar güçlü işte. O kadar içten. Üzerinden yıllar geçmiş olsa bile, hatta O'ndan sonra onlarca başka insana aşık olduğumu sansam bile hâlâ onu düşünüyorsam, ve hatta, her hayalimde O’nu sanki ilk defa onu düşlüyormuş gibi hissediyorsam, bunun sebebi işte budur. Bunun sebebi ikimizin arasındaki görünmez ama güçlü, rengarenk bir halatın bulunmasıdır.

Bu yüzden hissettiğim şeyin tek taraflı olmadığına eminim. Bazı şartlar onu benden uzaklaştırmış, bazı insanlar onu benden almış olsa bile, hala bitmeyen bir şeyler olmalı. Hala, "O'nda" bitmemiş bir şeyler olmalı.

Bunu hissedebiliyorum.

----

Gecenin karanlık huzuru, tıpkı ılık bir sis gibi kaplamıştı bahçeyi. Gündüzün sıcaklığında demlenen gece meltemi, narin siyah bir tülün dokunuşunu andırıyordu tenimde. İçimde sebebini bilmediğim bir endişe, tatlı bir mutluluğu yaratıyordu, sanki boğazıma kadar serçe doluydu göğüs kafesim: çırpınışları gıdıklayıcı ama çığlıları ürperten. Yürüyorduk, iki insanın yapabileceği en sıradan şeyi yapıyorduk ama nedense bana bir daha asla gerçekleşmeyecek olan anlardan biri gibi gelmişti. Ona baktım, yanımda yürüdüğü gerçeğini kabullenmeye çalışıyordum. Genelde bakışları bende havai fişek etkisi yapan kişileri hayallerimde mükemmelleştirmiş olurdum, onları sadece hayallerimde severdim ve – yalnızlığın artık durumu değil de kişiliği olmuş her insandaki gibi- ona yalnızca hayallerimde yanımda yürüme izni verirdim. O yüzden,  O’nun o an gerçekten de yanımda yürüyor olduğu gerçeğini önce yalnızlığım, sonra da göğsümdeki küçük çakıl taşım kabullenememişti.

Çimenlikte uygun bir yer bulur bulmaz ilk O uzandı oraya. Ben, çekinerek ama sanki hiç çekinmiyormuş gibi davranmaya çalışarak yanına uzandım. Yıldızların sonsuzluğunu izlerken, yanına uzandığım –kişiyi, erkeği, adamı, bireyi ya da çocuğu-  düşündüm. Ona belirli bir kalıpla hitap edemeyişimin sebebi onu henüz çözememiş olduğum içindi. Onu anlamakta zorluk çekiyordum; o büyük, parıltılı altın sarısı bakışlarının ardında sakladığı–ya da hapsettiği- zihin öylesine derin, öylesine şaşırtıcı ve öyle garipti ki,  bir yıldızın kendini çaresizce karadeliğe kaptırması gibi ben de kendimi onun varlığına kaptırıvermiştim.  Fakat, düşüncelerinin çok yoğun olmasına rağmen o henüz bir çocuktu. Sorunları olan – sorunları olduğu kesindi, sadece bir türlü onların gerçekten neler olduğunu çözemiyordum. Halbuki ona  yardım edebilme isteği içimi kemirip duruyordu- bir çocuk.  Bazen onu yolun karşısından gelirken, köşeyi dönüp aniden karşıma çıkarken ya da bir-iki saniyeliğine birbirimizin yanından geçip giderken seviyordum onu. Göğsüme küçük, sıcak şoklar belirip siliniyordu o an ve daha iyi oluyordu onun benim yanımda olduğu zaman heyecan krizleri yaşamamdan. Şimdi yanımdaydı, ve şimdi ben kalp atışlarımın sesini kendim duyabiliyordum. Çimlere uzanmıştık, yıldızlar battaniye gibiydi, derin bir nefes aldım. Cesaretimi toplayıp başımı onun kucağına koydum, çünkü çok ilginç ve mistik bir şekilde onun da bana karşı bir şeyler hissedebildiğini anlıyordum: sanırım iki insan birbirini sevdiğinde ve bu durumdan ikisinin de haber olmadığında aralarında telepatik bir bağ oluşuyordu. Böylelikle uçuk beyaz tesadüfler onların kaderlerini aniden çakıştırıyordu, hayatın işleyişi buydu.

Her ne olursa olsun, başımı kucağına koydum ve gövdemi onun gövdesine yasladım. Hiç ses çıkarmamıştı, ben de bunu iyi bir şey olarak düşündüm, ya da öyle düşünmek istedim.  O an, hayatım boyunca olup olabileceğin en garip ve en güvenli yerde olduğumu anladım. Ona başımı yasladıktan sonra içimde dalga dalga biriken heyecanın, endişenin ya da mutluluğun güzel bir boyna sıkılan pahalı bir parfüm gibi uçuşup havaya karıştığını ama ardından tatlı bir his bıraktığını fark ettim. Sadece huzur doluydum. Aniden bir sigara yakmak istedim, bu his çölde bir yolcunun suya hasreti gibiydi elimden karşı çıkmak gelmiyordu. Sutyenimin arasına gizlediğim bir papatyayı çıkarıp dudaklarıma koydum, yaktım içime derin bir nefes çektim ve bu isli tadın ciğerlerimdeki her bir hücreyi öldürmesini, bu ölümlerden doğan mayhoş baş dönmesinin bütün benliğimi ele geçirmesini bekledim. “Neden sigara içiyorsun?” diye sordu aniden. Hafifçe şaşırdım, bu bugün bana söylediği ilk cümleydi. “Kendimi yavaşça öldürürken iyi hissetmeyi seviyorum da ondan” diye cevapladım. Sessiz kaldı. Tek yaptığı ben dumanı gökyüzüne üflerken titrek elleriyle başımı okşamaktı. Beni izlediğini hissedebiliyordum. Saçlarımdan tutamlar alıyor, onlarla narin zarif kumaşlarmış gibi dikkatle, özenle ve sevgiyle oynuyordu.

Gülümsedim. Hayatımda ilk defa olmam gereken yerde olmam gereken zamanda olmam gereken adamla birlikteydim. Huzur, kalbimi onun varlığı gibi doldurmuştu. Gözlerimi kapadım ve kendimi tamamen ona bıraktım.

Yavaşça yok olduğumu hissedebiliyordum.

ArafHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin