Bir ihanet

50 0 0
                                    

Kadıköy.

bahariyeden aşağı, sahile doğru ilerliyordum. çürük meyvelerle yaptıkları meyve sularını satan dükkanın hemen yanındaki fırından geçerken, taze ekmek kokusu beni eskilere götürdü. çok eskilere. neredeyse altı yıl, neredeyse altı yıldır yalnızlık, terkediliş, simit, deniz, ter ve çay kokan bu havayı kokluyordum. her haftasonu, sırf insanları izlemek, yaşlanan kadıköyün hırıltılı nefesini dinlemek, o ara sokaklara dalıp hayallerimdeki binbir macerayı yaşamak üzere, dışarı çıkıyordum. 

bu sokaklar benim sahnem gibiydi. binbir kostüm giyip, heyecanla atıldığım kalabalık kadıköy içi. 

bazen, masmavi çiçekli bir elbise ve düzgünce toplanmış uzun dalgalı saçlarımla tam bir istanbul hanımefendisi oluyor, bazen yırtık kot, guns n roses tişörtü ve bele kadar uzanan dümdüz saçlarla tam bi rocknrolla girl olup akmar pasajına iniyor, bazen de kot tişört ceket kombinasyonuyla sıradan bi genç gibi kafeleri gezip kitap okuyordum. giydiğim şeye göre kendimi değiştiriyor, kadıköy benim sahnem oluyor ve izleyicilerin -sokaktaki insanların- nasıl tepki verdiğini bi yönetmen edasıyla izliyordum. 
Kızların meraklı ve kıskanç bakışları, erkeklerin boş suratları ve aval aval bakan bomboş gözleri, laf atanlar, atmayanlar, küfredenler, sessiz kalanlar, yürüyenler, oturanlar, alkolikler, keşler, entel yaşlılar, tiki gençler ve daha nicesi…

koskoca bir semt, benim oyun alanım.

sahile doğru iniyordum işte, bu sefer amacım oyun oynamak değil tabi, kot tişört. canım sıkkındı bende kendimi atıyordum barlar sokağına doğru. tek başıma asla bara girmem, bu yüzden bi arkadaşımı da -berk- davet ettim. Gayet iyi görünümlü -yakışıklı- olan tek en yakın arkadaşım o sanırım. hatta nedense anlaşabildiğim tek yakışıklı erkek o, normalde öyle insanların karşısında dilimi yutup bir patatese dönüşüyormuşum gibi gelir, anlaşamam. Nedense berk’le baya anlaşıyoruz. Onun karşısındaki rahatlığımın sebebi sanırım neredeyse 12 yaşından beri tanıyor olmam, üstelik onca yıldır yazlıklarımızın da edremit’te aynı mahallede olması da güzel bi rastlantı. 

her neyse, onu çağırdım çünkü canım sıkkın, çünkü biraz eğlenmek istiyorum, çünkü dertleşeceğim bi karşı cinse ihtiyacım var. kızlarla -yani hemcinslerimle- pek dertleşilmiyor açıkcası, ağzılarında sakız akıllarınca bana aptal aptal öğütler vermeleri sinirimi bozuyor. bazen şükrediyorum, iyi erkek arkadaşlarım var, iyi ki. onlar çok daha olgun akıllı gibi geliyor bana. 

En sevdiğim yere gittik. Bay Yengeç. İnanın reklamını yapmak falan istemiyorum ama gördüğüm en sıkı dekorasyon orada, duvarında yarısı kesilmiş sarı bir cadillac’ın olduğu bi barda, daha absürd, daha rocknroll ne olabilir?! Girer girmez içerde çalan ”The R.S. - Down in the Hole” oldukça heyecan vericiydi zaten. 

Bu şarkının anısı, apayrı. Çıldırmak üzereyim, her şey mi tek bi insanı hatırlatır?

davn in da hol. atölye. bilmem kaç mayıs ikibin onbir. aramız bozuk. ben ona bozuğum o bana bozuk. ama hala onun yanındayım. hala o benim yanımda. derdi nedir bunun? diye düşünüyorum. neden gittiğim her yerde karşıma çıkmak zorunda? 

Kadıköye giderim, balıkçılar çarşısının aşağısındaki açık kafelerin tekinde oturuyor olur. beni yanına çağırır sohbet ederiz. sinemaya giderim, avm’de onu görürüm. sahile inerim vapurdan inmiş karşıdan yürüyor olur. e be köylü kızı, bir de yatılı okuyoruz. her yerde mi karşıma çıkmak zorundasın? seni unutmamam için bilerek mi yapıyosun bunu. anlamadım anlamıyorum.

atölye. benim karşımda tablo var onun ellerinde kartonlar. bir de müzik açmış. satisfekşın’ı açmış ama. ben diyorum ki davn in da hol varsa açabilir misin. var diyor. kalkıyor. ama nasıl bi kalkış. ihtişam güç güzellik hepsi var. her adım atışında dalganan kahve saçlar. uzanıyor bilgisayara değiştiriyor. ortamda sadece ikimiz bu şarkıyla çalışıyoruz. bi elektriklenme oluyor ama ne pozitif ne negatif. rahatsız edici derecede hoşa giden bi his bu. o melodilerin eşliğinde. gülümsüyorum istemsiz. ama sonra diyor ki

ArafHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin