Bir tesadüf

59 1 0
                                    

aşk tesadüfleri sever.

canım sıkılmıştı. -nedense yaşadığım bütün ilginç olaylar, hep can sıkıntısıyla başlamıştır. garip.- kadıköye doğru iniyordum gene, benim için bi klasiktir, can sıkıntısı bastırınca kendimi kadıköye atarım. o gün, pembe çiçekli elbisemi giyip dalgalandırmıştım saçlarımı, güzelce hafif bi makyaj bile yapmıştım. ne biliyim. süslenmek istedim iyice. çünkü okul bahar tatiline girmişti ve baya boş zamanım vardı. üstelik bütün okul kendi şehrine kendi evine dönmüş, herkes yuvalarına bir haftalığına dağılmıştı. ben de kadıköyde oturan tek insanım okuldaki. o yüzden rahatım hatta hiç beklemiyorum bile tanıdık birini görmeyi.

bahariyeden aşağı iniyordum. kulağımda ılık bi müzik, böyle iyi hissediyordum baya. gülümsüyordum olur olmadık.  balıkçılar çarşını geçip biraz daha aşağı inince,

aniden, sokağı döner dönmez,

kahvecinin orada tam bana dönük bi şekilde masaya oturmuş, kitap okuyup kahve içen çingeneyi gördüm.

ney?! nasıl yani?!
lanet olsun burda bile mi? 
neeey? oha. bu kada.. bu..

şoku atlatmaya çabalarken, beni gördü o an. 
gördü böyle, kocaman gözleriyle bakakaldı. keskin bi bıçak gibiydi bakışları, delip geçiyordu. önce tanıyamadı sanırım.

ona gülümsedim şaşkınlıkla. o da gülümseyip el salladı ve yanına çağırdı önündeki sandalyeyi göstererek.

kadıköyün tam ortasında salak salak gezerken birden karşıma çıkıp bütün rahatlığımın yıkılmasına ne demeli? peki ya, onu unutmaya çabalarken en sıradan günümde, okullar tatil olmuşken tekrar ve tekrar onu görmem? bence hayatım kesin planlanmıştı. yoksa böylesine bi, şans? içimden küfrediyorum ama, “siktir siktir siktir siktir lan bu nasıl tesadüf böyle?!" diye.

gittim. oturdum karşısına. türk kahvesi içiyordu. uçuk mavi bi gömleği vardı ve inanın, naneli çikolata bile böyle güzel mavi-kahverengi kombinasyonu oluşturamazdı. 

şaşırmıştı, belli ki o da beni görmeyi beklemiyordu. üstelik, pespembe güzel bi elbise, dalgalı saçlar, hafif makyajla beni görmeyi, hiç mi hiç… yatılı okul öğrencisiyseniz, kızların pijamalı hallerine alışırdınız, ve süslü halleri, asıl şaşırtıcı olan o olurdu. ve ben tamamen süslenip, güzelliğimin uç sınırlarına ulaşmış ve o halde kadıköye çıkmıştım. ve bum. karşımda onu görüyordum. bütün güzelliğimle. olabilecek en bakımlı halimle.

normalde, lekeli bi pijamayla markete gittiğinizde böyle berbat bi tesadüfe maruz kalırdınız. olabilecek en kötü halinizle, dünyanın en yakışıklı erkeğiyle ya da unutamadığınız eski sevgilinizle o lanet olası bakkalda karşılaşırdınız. normali buydu bunun, herkeste böyle olurdu.

ama bende? ben? benimkisi nasıl ters tepmiş bir kanunsa, gerçekten güzelleşip sokağa çıktığımda, onunla karşılaşmiştım. aslında, benim düşünce stilim farklı, belki o yüzdendir. hep o rahat giyinen, süse önem vermeyen, güzelliğin saçma olduğunu düşünen kızlardandım. tişört vazgeçilmezimdi. ve bi etek, ya da bir elbise, giyebileceğim en kötü şeydi benim için. sanırım bu yüzden ters tepti. bu yüzden, süslendiğim -yani benim bakış açıma göre bu pek iyi bişey değildi- gün, onunla karşılaşmıştım.

ve o da, gerçekten, şaşırmıştı. ve.. sanki hoşuna gitmişti.. Arada kekelemesi ve bakışlarının çok daha farklı olması? oh tanrım. oh no. 

-hey, ne işin var senin burda?  diye sordu.
-vallahi, kadıköyde oturan benim, asıl senin ne işin var? gülümsedim.
- bi kadıköye uğrayayım demiştim. seni gördüm ne güzel tesadüf. içtenlikle gülümsemiş miydi gerçekten, anlamamıştım ama bana soğuk davranmıyor olması şaşırtıcıydı. gerçi, bende ona öcü gibi davranmıyordum.- 
- açıkcası ben de şaşırdım, hiç beklemiyordum.
karşılıklı şaşkın bakışma, sessizlik, gülümseyişler.
- duydum ki güzel kahve falı bakıyormuşsun.*

*kızlarla bir araya toplandığımızda, ananemden öğrendiğim o mistik kahve falı yorumlarını uygulayarak fallarına bakmıştım. demekki kızlar yoğun bi dedikodu iletimiyle herkese duyurmuş ve bu, çingenenin kulağına kadar gelmişti.-

- oh. şey. bakabilirim istersen.
- tabi.

fincanı ellerime aldım, sinsince gülümseyip tam gözlerinin içine baktım. o da bana bakıyordu. bütün kahverengiliğiyle. onun bakışları da, sanki ilk defa böyle doğrudan, böyle, heyecanlı, böylesine sıcak böylesine deliciydi. içimde bişeylerin koşuşturmaya başladığını hissediyordum.

———

Fincanı açmadan önce bi dilek tut.

tamam. -gözlerini kapadı, derin bi nefes aldı- tuttum.

——-

"bak, şu sensin. hemen kaya gibi bi çıkıntının üstüne dikilmişsin. güçlü duruyorsun, ama bi uçurumun kıyısında. karşında bi kız var. saçları rapunzel gibi. bak, orada görüyor musun, karşı yakasında uçurumun. sana bakıyor. seni, izliyor, elleri sana uzanmış. ama sen ona bakmıyorsun. gözün daha yukarda. gökyüzünde. kız umutla senin için orada, ama sen ona bakmıyorsun. neden? kız seni seviyor belli ki, ellerinde yosun tutmuş bi kalp var, sana ait. neden görmüyosun?

yukarda bi kuş var. ona bakıyorsun. kuş. güzel beyaz bi kuş. 

kız üzülüyor. uzun saçları senin için sana doğru dalgalanırken, sana sesleniyor, duymuyorsun. sana bağırıyor, “ben burdayım, buraya bak” diye. senin için neler yapıyor. onu umursamıyorsun. neden bu kadar körsün?

ellerin kuşa doğru uzanıyor. kuş parmaklarına konuyor. sen kuşla ilgilenirken karşındaki kız çabalıyor. sana ulaşmak için. sana dokunabilmek için umutsuzca çabalıyor, çırpınıyor. ama onun kanatları yokki. o uçamaz, sana gelemez ki. belki de bu yüzden kuşu sevdiğini düşünüyor kız. çünkü onda güzel kanatlar var, sahi kızı bu yüzden mi sevmedin? kanatları olsa sever miydin?

kız üzülüyor. kalbi kırılıyor. aşağı bakıyor derin sonsuzluğa doğru. derin bi nefes alıyor, son kez adını fısıldıyor ve

kendini aşağı atıyor.
düşerken, uçabildiğini hissediyor.
ölmeden hemen önce, dudaklarına adın dökülüyor
"uçabilseydim sever miydin beni?"

——

-hımm… güzel açılmış falın. kalbin temiz. dileğin gerçek olacak. üç tane derdin var ama sorun etme, biraz çabalayıp üstüne gidersen çözeceksin. önünde bi takım engeller var ve bu canını sıkıyor. yukarda bi kuş var, bu şans demek. bi fırsat yakalayıp hedeflediğin şeye ulaşacaksın.

dedim. sadece bu kadarını dedim ama, düşündüğüm şeyleri söyleyemedim tabi. başıyla onayladı dediklerimi, bişeyler düşünüyor gibi durdu öyle biraz. gözlerini kaçırdı. 

-çok güzel olmuşsun bugün, hayırdır? -aniden kafasını kaldırdığında söyledi bunu, gülümseyerek.- 

bana güzel mi demişti? güzel olmuşsun mu demişti gerçekten?! sıcacık gülümseyiverip, hafifçe ıslattığı o güzel dudaklardan, güzelsin kelimesi mi süzülmüştü yanaklarıma doğru? aman tanrım. ona kesinlikle aşığım.

-ım teşekkür ederim şey, canım sıkıldı da ben resim dükkanlarına bakıcaktım öylesine. 
- şey.. ben de bikaç şeye bakacaktım heykel için, işin yoksa beraber bakalım. hem yardımcı olursun.

——

zaman durmuş muydu yoksa bana mı öyle geliyordu? geriye kalan bütün yaşam kararıp bulanıklaşmış, ve sadece onun gülümseyişine, kahve yanağındaki küçük gamzesine ve güzel dudaklarına bakakalmıştım. benimle gelmek mi istemişti? benimle, gezmek? ve belki.. elleri.. ve belki.. sarılı.. ve.. 

—-

- tabi, çok iyi olur. 

- ım.. şey.. tamam. iyi. ehe. hadi, kalkalım o zaman.

—-

"kanatlarım olsaydı.
sana sarılabilir miydim? “

***

ArafHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin