----
Kapının kilidini nihayet açtığım an, kendimde değildim. Ruhum bir atlıkarıncanın içinde gibi usul usul dönüyordu ve ben, kontrolümü yitirmek üzere olduğumu hissediyordum giderek. O, benimleydi, EJlert. ellerini tutuyordum onun. Beş yıl sonra ilk defa o benimdi, beş yılın sonunda ilk kez onu elde etmişim gibi, 13 yaşımdan beri hiç büyümemişim gibi, kalbim hala ona sımsıkı bağlı, ben, ona hala küçük bir kız çocuğuymuşçasına aşık. Avuçlarımda onun avuçlarını ılıklığını hissedebiliyordum. Yanımdaysa onun keskin ve kahverengi varlığını.
Bu sefer onun kaçıp gitmesine fırsat vermemiştim. Bu sefer, “seviyorsa kendi gelir” gibi salakça bir düşünce uğruna onu kaybetmemiştim. Bu sefer, mezuniyet partisinden sonra ellerinden tutup onu doğruca kadıköye getirdim. evime. Tam da o günün akşamı ebeveynlerimin evde olmaması kadar mucizevi bir şeye rast gelmemiştim daha önce. Onu, kendi elleirmle bizzat kendi evime getirmiştim, hatta kendi odama. Belki bu cesaretim, -şükürler olsun- içtiğim kadeh sayısı on beşi bulan yoğun tarçınlı şarap yüzündendi. Araya müziğin, alkolun ve “artık bitti be!” diye haykırdığımız özgürlüğün heyecanı girince, ikimizde acayip hoş ve sarhoştuk. 5 yıl gecikmiş bir aşkın son perdesini oynuyorduk anlaşılan. Bu oyunun baş karakterleri, lirik bir melodramın başrolleriymişcesine bizdik. İç güdülerim, tehlike sinyalleri çalıyordu bas bas, hatta zihnim sirenlerle ve savaşlarla doluydu “yapma, hayır, gitme onunla” diye haykırıyordu. Ama kalbim. Kalbim tek başına öyle büyük bir güçle savunuyor, saldırıyordu ki tüm içgüdülerime ve mantığıma karşı gelip onları bastırmayı başarmıştı.
*
“Aman tanrım seni görmeyeli ne kadar da uzun bir zaman oldu!”
“Evet, ya değil mi, gerçekten uzun zaman oldu!”
“Ah, hiç değişmemişsin.”
“Hahahah, evet. Ama sen değişmişsin ya baya”
“Yani evet, tabi değiştim, iki yıl oldu görmeyeli, olsun o kadar.”
“iki yıl oldu değil mi ya, sanki hiç olmamış gibi”
“ya, tabi tabi. ben de kanada’da olsaydım öyle düşünürdüm!”
“heh he, sen neler yaptın bakalım, gördüm haberlerini facebooktan hep.”
“valla beyefendi siz de bir fotoğrafta etiketlenmeseydiniz haberimiz olmayacaktı nasıl olduğunuzdan”
“ya bilirsin ben pek girmem facebooka”“bilirim,” diye cevaplamak istedim ama o an anlardı onun bir stalker’ı olduğumu. O yüzden sustum, elimdeki çilekli votkadan ikram ettim ona. İçti. Hatta bitirdi.
“ohooo insan biraz centilmen olur ya. en azından bana bıraksaydın azıcık.”
“ya nolcak şunun surasında bir bardak votka, hem bak hemen şurdan alırsın. Hatta, hadi bana bir tane daha getir naş naş”
“öküz.”
“hooopbala gelir gelmez başladık mı gene yoksa?”
“asıl sen başlatıyorsun ilk! sonra sinirlenince suç benim oluyor”
“özlemişim be seni kızdırmayı”
“yok canım? Ne o, beyefendi bulamadı mı yoksa kızdırılacak kanadalı kızlar oralarda?”
“onlar kızınca senin kadar komik olmuyorlar, ha ha”
“öyle mi? İyi. Peki. ”
“…”
“…”
“aaa, şakaydı. Şakaydı ya. Hadi asma suratını.”
“…”
“ama. Ya. Ah, hadi tamam. Suratını asmaya devam edersen seni herkesin içinde dansa kaldırırım.”“….(yüzümde buruk bir gülümseme belirdi, halbuki dansa kaldırsın diye çaresizce sinirli durmaya çalışıyordum.)”
Gülümseyip, derin bir nefes aldı, yapacak bir şey yok küçük hanım yüz ifadesini takınmıştı, ellerimden tutup çeke çeke beni dansa kaldırdı. Ona nasıl karşı gelebilirdim ki? Hafif neşeli hareketli bir şarkı çalıyordu.
“Everytime I see you falling
I get on my knees and pray
waiting for the final moment
when you say the word that I can’t say. “
![](https://img.wattpad.com/cover/30961529-288-k600885.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Araf
ChickLitBir zamanlar göğsümün kafesinde büyüttüğüm sevgiye dair masum -ve parçalanmış- öyküler. Yitik anılarımın arasından çıkardığım küçük sahneler... Ona çingenem dedim, çünkü bir çikolata koyuluğunda teni, kahve kokusu ve taze, kıvrak vücuduyla en sevdiğ...