müzik.
bir duvarı baştan başa ayna olan genişce odanın içinde iki kişiydik biz. sen ve ben. öfke ikimizin suratını da boyamıştı kırmızıya. bağırdığımı hatırlıyorum. sana bağırdığımı hatırlıyorum, ne söylediğimi değil. anılarımda sadece hissettiklerim kalır benim, kelimeler silinir. bu yüzdendi sanırım seni unutamayışım. bana hissettikdiklerin… bana hissettirdiklerini hatırlıyordum hep an be an.. kötü hissettiğimi hatırlıyorum. çok kötü. kalbimi koyduğum kavanoz kaburgalarımdan düşüp kırılmış gibi. sana baktım. senin de yüzün kasılmıştı ve vücudun sanki bi savaşa girecek kadar kaskatı, soğuk. “bana bak!” diye bağırdın. bana bağırdın. sesin çarptı suratıma doğru. irkildim. “ne halin varsa gör, tamam mı, umrumda değilsin.” diye tısladım öfkeyle. bakışların değişti o an. kahverengilikleri artıyordu,sen giderek renkleniyordun, ben soldukça. ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. bilirdim ki karşında ağlarsam kaybederdim. gururumu. seni. “bizi.”kaybederdim gitmek istedim o yüzden. o an terk etmek orayı, seni terk etmek ve… ve… belki biraz nefes almak. “umrunda değilim öyle mi?” dedin, kırılmış gibiydin. gerçekten kırılmış mıydın yoksa ben mi öyle hissettim? nefesini tuttun, çatık kaşlarının altında iyice çatıldı suratın. biliyordum, o an ağzında milyonlarca küfür biriktiyordun. gözlerini sımsıkı kapadın, ama sımsıkı. seni izledim o an. sana bakarken öfkeli değildim. zamanı durdurmuşum da sıradan bi filmi izler gibi bakmıştım sana. o an sakinleştim. seni gördüm çünkü. seni. olduğun gibi. olabilecek en sen halinle.
dayanamazdım. fazla kötüye sarmıştı her şey, küçük bi tartışmanın bu kadar büyüceğini düşünememiştim. gitmek istedim. “gidiyorum.” dedim. “daha fazla buna katlanmak istemiyorum.” arkamı döndüm çıkıyordum. tam çıkıyordum ki, elinin sıcaklığını kolumda duydum. irkildim. aniden dönüp baktım sana. kocaman gözlerim kocaman gözlerimle buluştuğunda “bir yere gidemezsin” dedin sertçe. ılık nefesin suratıma çarptı. kaburgalarımdan aşağı doğru, kısa, kesik bi titreme geçti vücudumdan, vücuduna. kahverengiydik o an tamamen. giderek eriyen bi karamelin acımsı tadını andırıyorduk. “benim sana diyeceklerimi duymadan bi yere gidemezsin” dedin. kapıyı çarpıp kolumdan çektin. ittin beni. omzum acıdı. duvara çarptım. “ne yaptığını sanıyorsun sen ya” dedim, şaşkınlık öfke ve hüzünle. “ben ne yaptığımı çok iyi biliyorum tamam mı.” diye bağırdın. yaklaşıyordun. sanki saldırmaya hazırlanacak gibi, iyice yaklaşıyordun bana. sinirliydin, burnundan soluyordun ve suratın sadece iki üç santim uzakta suratıma. “kolay olduğunu mu sanıyorsun sen” dedin. “kolay mı sanıyorsun, çocuk oyuncağı mı bu, ha? ha?”
cevaplamadım. cevaplayamadım daha doğrusu. o an hiçbir şey hissetmiyordum. kararsızdım, herşey hakkında. nefes alıp almamak hakkında bile kararsızdım. düşünmüyordum. sadece sana baktım. ve durdum. ikimizin de öfkeden hızla atan kalbini, nefes sesimizi, birbirine karışan kokularımızı düşündüm. durakladığımı görünce, şaşırmış olmalıydın. benim savaşmayı bırakıp sana teslim olduğunu farkettiğinde, sende durdun. öylece baktın bana. ben de sana. yutkundun. ama hala öfkeliydin, kolların yavaşça beni sıkıştırırken. duvarın soğukluğu sırtımda, ürperiyordum, ama bu soğukluktan değildi sanki biraz. giderek yakınlaşıyordun. ve yakınlaştıkça sen, ben titriyordum.
aniden, dudaklarımın üzerinde kızgın bi sıcaklık hissettim. çekiyordun ruhumu ağzımdan adeta. ağzının şekerli sıvısının dudaklarıma akmasına izin verdim. göğsünü bastırıyordun küçük vücuduma, biraz daha zorla, istedim. ez beni. bastır kendini kendime. biliyordum ki ancak böyle kopabilirim senden iyice bağlarsam kendimi. dudakların yakıyordu, sanki mangal ateşinden çekip çıkardığım bi kömürün tadına bakıyordum hışımla. öfkeliydin, serttin. vucudün vahşice gidip geliyordu ve ellerin bir atın hızla koşuşu gibi dolanıyordu vücudumun kumsallarında.
ıslaklığını hissediyordum ruhunun, ağzında. ağzımda. dilin dilimle kavga ediyordu bu sefer ve nefesin tokatlıyordu suratımı.
sıkıyordun. ellerin acıtıyordu canımı. sıkıştırıyordun beni. bastırıyordun. beni boğmak istiyordun belki. öldürmek. kurtulurdun o zaman benden. canımı yakıyordun ama müthiş bi zevk alıyordum bundan. bu öfken beni sana daha çok bağlıyordu bilmiyordun. güçlü ellerin eziyordu etimi. esmerliğin siniyordu üzerime giderek. boğulacak gibi oluyordum. sen kaplıyordun bütün bedenimi. çevrem oluyordun. ben oluyordun.
saçlarım ellerine dolandığında çekmedin parmaklarını, yumruğunu sıkıp asıldın iyice. inledim. inleyişimden öptün o an. tekrar tekrar ve defalarca. saçlarımı çekip hışımla öpüyordun beni. dudakların her yanımda. hiçbir şey yapamıyordum. çektin kendini geriye aniden. izledin bi kaç saniye beni. ne kadar ürkmüş, korkmuş ve sana ne kadar aşık olduğumu da anlamış mıydın? boynuma gömdün o güzel yüzünü, kulaklarıma doğru yavaşça ilerleyen ıslaklık. irkildim.
“dur.”
diye fısıldadım.
“dur , ne olur dur.”
kaldırdın kafanı. büyük ellerin, güçlü kolların… yüzümü tutup sıktın çenemi iyice. hala öfkeliydin. ama bu öfke bambaşka bişeydi. ilkel bi öfkeydi bu. vahşiydin. gözlerinde doğanın kahverengi acımasızlığını gördüm. “hayır.” dedin. “hayır.” sesin tok, sesin keskin ve ezici. kendimi kurtarmaya çabaladım bir sure, kollarımı senin bedeninden kurtaramıyordum, sen olağanüstü güçlüydün. olağanüstü. “ben sinirlenirsem gözüm hiçbir şeyi görmez” dediğin günü hatırladım. “bırak beni” diye bağırmak istedim. yapamadım. beni bırakmamanı istiyordum. bütün öfkeni benden çıkarmanı. iyice bastırmanı kendini bana. kasıklarındaki sertliğin kasıklarımdaki titrekliğe karıştırmanı istedim. ruhun ruhuma karışsın ve için içime değsin istedim.
ellerin. sert bi rüzgarın geçişi gibi geziyordu her bi yanında vücudumun. “dur” dedim sonkez. “lütfen.”
durdun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Araf
ChickLitBir zamanlar göğsümün kafesinde büyüttüğüm sevgiye dair masum -ve parçalanmış- öyküler. Yitik anılarımın arasından çıkardığım küçük sahneler... Ona çingenem dedim, çünkü bir çikolata koyuluğunda teni, kahve kokusu ve taze, kıvrak vücuduyla en sevdiğ...