23 Şubat 2012, Perşembe
Arabadan indikten sonra karlı New York bütün kasvetiyle suratıma sert bir tokat gibi çarptı ve üstümdeki paltomun yakalarını hemen kaldırma isteği uyandırdı bende. Ancak bugüne saygısızlık olacağını düşünerek vazgeçtim bu düşünceden. Başımı kaldırıp gökyüzünden düşen her biri eşsiz beyaz noktaları gözlerimi kapatıp yüzümde hissettim bir süre.
Los Angeles'ta hiçbir zaman görülmeyen bu keskin New York soğuğunu geçen bu dört sene içinde sevememiştim ama sanki hayatımın olması gereken bir parçasıymış gibi alışmış ve kabul etmiştim. Hiçbir yere ait hissedemiyordum ancak hayatımda olan biten her şeyi kabullenmek için uğraşıyordum. Beni yetiştiren ailem için yapabileceğim manevi olarak en büyük şey buydu belki de. Kabullenmek.
"Eldivenleriniz ve şapkanız, efendim." Yardımcım Jason'ın sesiyle gözlerimi açtım. Başımı ona doğru çevirdim.
Tıraşlı kafasında üstündeki takımıyla uyumlu bir şoför şapkası vardı. Beden dilindeki disiplin bunu her fark ettiğimde olduğu gibi sırtımı dikleştirmeme neden oldu. Bu disiplininin yanı sıra gözlerinde bana olan sevgiyi de görüyordum. Bana sanki ailesinden kalan son mirasmışım gibi bakıyordu. Sanki anne babasından kalan bir yadigâr. Yaş farkımız çok uç olmadığı için belki de bir erkek kardeş gibi görüyordu beni. Yanında güvende hissettiğim sayılı insanlardan birisiydi. Kariyerimin başından beri benimleydi. Bütün sırlarımı biliyordu. Hissettiklerimi ben söylemeden duyuyordu.
Konuşmama gerek yoktu bile, bugün burada olmanın beni çok fazla strese soktuğunu anlamıştı. Ancak yine de gülümsemeye çalıştım ve bana uzattıklarını minnetle kabul ettikten sonra buz gibi havaya rağmen ardına kadar açık olan büyük Graceffa evine adımımı attım.
Bugün burada bulunmamın ve bu evde normalden farklı olarak sessizliğin hâkim olmasının tek bir sebebi vardı. Bir kayıp. Carlos Graceffa, bugün 73 yaşında son yolculuğuna uğurlanıyordu. Çok saygı duyduğum bir iş adamı, sevgi dolu bir aile babası ve büyükbabaydı. Adımı duyurmamdan çok önce ailemle tanışıyorlardı. Beni işimde çok desteklemişti. Güzel bir hayat yaşamış ve buradaki süresini maalesef doldurmuştu. Geride üç çocuğu, beş torunu ve sevgi dolu eşiyle geçirdiği güzel anılar bırakmıştı.
Katheryn Graceffa, bana da bir anne gibi davranmıştı bu zamana kadar. İçindeki sevginin gözlerinden okunduğunu biliyordum. Ancak şimdi merdivenlerden inen kadının gözlerinde sadece akmayı bekleyen yaşlar vardı. Yeni giydiğim eldivenlerimi çıkarıp merdivenin başına doğru ilerlediğimde bana gülümsemeye çalıştı ve yaşlar yavaşça yanaklarına süzüldü. Hiçbir şekilde acısını alamazdım onun. Yine de beceriksizce denememe engel olamadım.
"Çok üzgünüm Kate," diye fısıldadım ellerinden tutarak.
"Onu sonsuza kadar özleyeceğim." Sesindeki ona ait olduğunu bildiğim neşe yok olmuştu. Başını eğdi ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Ellerini bırakıp kollarımın arasına aldım narin bedenini. Yaşına meydan okuyan bakımlı saçını okşadım bir süre.
"Huzur içinde yatsın." Söylediğimi başını sallayarak onayladı. Sakinleştiğini hissettiğinde geri çekildi ve yüzündeki yaşları eliyle sildi.
"Cenaze yola çıktı. Biz de gitsek iyi olur. Biricik kocacığımı son yolculuğunda yalnız bırakmak istemiyorum," dedi kısık sesle. Evin yardımcısından paltosunu getirmesini istedi. Kendini iyice toparladığından emin olunca birlikte cenazenin yapılacağı mezarlığa gitmek için yola çıktık.
Mezarlığa geldiğimizde Katheryn'in ailesiyle acısını paylaşmasına izin vermek için geriye doğru çekilip izledim sadece.
Carlos Graceffa mezara girdiğinde acıyla yutkunarak gözlerimi kapattım.
Sonunda bütün insanoğlunun gireceği yerdi orası. Hepimizin kaçınılmaz sonu. Uğruna savaştığımız her şey o noktada hiçbir şeydi. Birbirimizi hırs ve kibir yüzünden para için öldürüyorduk belki de ama kazandıklarımızın veya kazandığımızı sandıklarımızın hiçbirini oraya götüremiyorduk. Ne acınası.
Gözlerimi açtığımda ise kalbim duracak gibi olmuştu. Bütün vücudumu uzun süredir yabancı olduğum bir duygu kaplamıştı. Mutluluk. Bu hayatta memnun olmayı öğretmiştim kendime. Mutluluğu ise erişilmez görüyordum benim için. Ancak şimdi erişilmez değildi sanki. Oradaydı işte. Hayatımın sonsuz çölündeki bir bardak suyum. Kalbimin buz tutmuş kanallarında bir çatlak oluşmuş ve orada bir çiçek tomurcuklanıp açmıştı.
Siyah beresinin altından omuzlarına sarı ipeksi uzun saçları dökülüyordu. Siyah paltosunun altına siyah pileli bir etek, siyah opak çorap ve siyah babet giymişti. Elleri cebindeydi. O da ben hariç diğer herkesin yaptığı gibi Carlos Graceffa'nın mezarına bakıyordu. Birden beni afallatarak başını gökyüzüne kaldırdı. Melek yüzündeki yaşları fark ettiğimde ise dehşete düştüm. Bu bir kıyamet alameti olmalıydı. Bir melek ağlıyordu.
Ben hem kutsanıp hem de lanetlenmiştim.
"İşte bu fotoğraftaki de benim biricik torunum Elizabeth. Onun yeri gerçekten benim için çok ayrıdır. Hep kız torunum olsun istemişimdir. Elizabeth, Tanrı'nın bana bir hediyesi."
Carlos'un sesi beynimin içini doldurduğunda onun fotoğrafını ilk gördüğüm anla şu an hissettiklerimin arasındaki uçurum beni şaşırtmıştı. Şu an sanki bütün sorularımın cevabına bakıyordum ben. Karanlık ruhumun tek ışığına belki de.
Nasıl vazgeçecektim ondan şimdi? Ona karşı duyduğum bu derin duyguları nasıl susturacaktım? Peki karakterimin getirdiği bu sahip olma arzusuna nasıl karşı koyacaktım? İşte en kötüsü de buydu. Şimdi bu meleğin bana bakmasını istiyordum içimdeki sahip olma arzusu yüzünden. Bana bakmasını ve benden başka hiçbir erkeği artık gözünün görmemesini sağlamak istiyordum. Onun için tek olmak istiyordum.
Bütün bu baskın isteklere karşı gelerek arabama doğru yürümeye başladım. Meleğimi arkada bıraktım.
Cehennemimin içindeki cennetimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İTAAT (Değişim #1)
General Fiction*Elmaslar Gibi adlı hikayenin güncellenmiş hali* Los Angeles'taki normal hayatını üniversite için geride bıraktıktan sonra büyükannesinin yanına yerleşen Elizabeth'i tanınmış bir ailenin mensubu olmak çok değiştirmişti. Aniden karşısına çıkan ve ara...