7. BÖLÜM

124 10 6
                                    

Üç dersten sonra kendimi bitkin hissediyordum. Yine yemek yiyememiştim. Sporu hangi akılla kabul ettiğimi bile bilmiyordum. Yine de bu planı iptal etmek istemiyordum. Uzun zamandır spor yapmıyordum ve bir de onunla zaman geçirmek hoşuma gitmeye başlamıştı. Bu iki neden benim için şu anlık yeterliydi. Ancak midem için kesinlikle yeterli değildi. Ne yapabileceğimi düşünürken en mantıklı hareketin açlığımı mesaj olarak atmak olduğuna karar verdim. Böylece belki spor saatini erteleyebilirdik en azından.

Yürümeyi bırakıp telefonumu çantamdan çıkardım.

Ben yine yemek yemeyi unuttum. Spor saatini ertelememiz mümkün mü?

Kabul eder diye düşündüğüm için bir yerden yemek alma planıyla arabama doğru ilerledim. Eşyalarımı yan koltuğa koyduğumda bir mesaj geldi. Ne yazdığını merak ederek mesajı açtım.

Maalesef. Yanıma gel, ben seni beslerim.

Bir an nefesim kesildi. Ne? Bu nasıl bir mesajdı böyle? Doğru kişiyle mi mesajlaşıyordum ben? Yani üniversiteli bir çapkınla mesajlaşmıyordum değil mi? Numarayı kontrol ettiğimde Cyper Holding CEO'su Nicholas Cooper'la mesajlaştığımı gördüm. Ama böyle bir mesajı nasıl o atmış olabilirdi? Kafamı karıştırmak için benimle oyun mu oynuyordu? O zaman iki kişi de oynayabilirdik bu oyunu. Arabama binip bir mesaj yazdım.

Umarım doyurucu bir şeylerin vardır benim için.

Senin için tadına doyamayacağın şeylerim var...

Bak şimdi konuşmaya başladın! Ağzımın suyu aktı. Besle beni.

Bu mesajlarımı başka biri okusa çok utanırdım kesinlikle. Flört etmeyi atlayıp müstehcen bir konuşmaya kayıyorduk resmen. Ve ne kadar kabul etmek istemesem de hoşuma gitmişti. Erkeklerle bu şekilde bir iletişime çok uzun zamandır girmiyordum. Şimdi aklıma Cooper'la bu konuşmalarımızı yüz yüze devam ettirme ihtimalimiz gelince yerimde heyecanla kıpırdandım. Midemdeki açlık vücuduma çok farklı bir açlık olarak yayılmıştı çoktan. Neredeyse gerçekten ağzımın suyu akacaktı.

İçimdeki heyecan şirkete geldiğimde bile azalmamıştı. Danışmadaki kızın gülümsemesiyle sol taraftaki kapıları açık asansöre yöneldim. Bundan sonra buraya her iş harici uğradığımda böyle olacaktı sanırım. Acaba kapıları açınca onu nasıl görecektim? Belki de mesajlaşmamız onu da heyecanlandırmıştı. Beni görünce pis bir sırıtış mı olurdu dudaklarında? Gerçekten bana yemek yedirir miydi? Pekâlâ Elizabeth. Nedir bu azgınlık?

Asansör onun ofisine açıldığında ve ben ona doğru birkaç adım attığımda içimdeki heyecanın yerini hayal kırıklığı almıştı. Masasında oturmuş birkaç dosyayla ilgileniyordu. Başını bir kere bile kaldırmadı. Neden bana bakmıyordu ki?

"Masanın üzerindekileri ye," dediğinde bile bana bakmamıştı. Ben de masanın üzerine bakmadım. Ne yiyeceğim çok da önemli değildi şu an, merak etmiyordum. Mesajlaştığım kişinin enerjisi neredeydi? Daha çok bunu merak ediyordum. Acaba ben çok farklı birisiyle mi mesajlaşmıştım gerçekten? Bu enerji değişimini o bana açıklamadan anlamamın imkânı yok gibiydi.

"Merhaba?" dedim kafa karışıklığımı gizleme gereği duymadan. Ses tonumun kırılganlığını fark ettiğinde kâğıdın üzerinde dolaşan kalemi durdu ve başını nihayet kaldırdı. Odaya geldiğimde bana bakmasa bile onun yüzünden değişen ruh halimi hissettiğine emindim. Çünkü şimdi ruhumu gören o harika gözleri özür diler gibiydi.

"Merhaba. Son dakika işlerim çıktı da. Sen açlığını giderirken ben de işlerimi bitiririm diye düşünmüştüm. Yoksa hâlâ seni beslememi istiyor musun?" Son cümlesi midemden aşağıya doğru bir heyecana neden olmuştu. Bu heyecan dışarıdan belki bir başkası için görünmezdi ama o açıkça izliyordu heyecanımı. Dudaklarını yalayıp gülümsediğinde ondaki heyecanı ve isteği de görebiliyordum artık. İşleri olmasına karşılık son sorusuna evet yanıtını versem masadan kalkıp bana gerçekten bir şeyler yedirmeye geleceğine adım gibi emindim. Ancak bunların şu an olmasını istediğime emin olamıyordum sadece. Bu yüzden dudaklarını süzmeyi bırakıp cevap verme gereği bile duymadan toplantı masasına doğru ilerledim.

İTAAT (Değişim #1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin