Aklımı kaybetmiştim sanki. Tenimi bıçak gibi kesen soğuk ve sessizliğin o huzursuz sesi sarmıştı her yeri. Sahi neredeydim ben? Ses tellerimin acısını bedenimde hissedecek kadar bağırmıştım. Hiç ses yoktu etrafta. Önümde upuzun, ıssız bir yol vardı. Sanki terkedilmiş bir kasabada birilerini ariyordum. Küçükte olsa bir ses duymaya ihtiyacım vardı. Kuş cıvıltıları çocuk sesleri belki bir arabanın sesi. Tenimde soğuktan oluşan kabartıları ve durmadan gözümün önüne gelen saçlarımı umursamadan koşmaya başladım. Her yer o kadar beyazdı ki ağaçları yolları ve denizi ayırt edemiyordum. Kayalıkların oraya yaklaştığımda bembeyaz bir şey gördüm. Nefes nefese kalmıştım ve tek isteğim bir yaşam belirtisiydi. Kayalıkların üzerinde sanki can çekişircesine yatan bembeyaz bir güvercin vardı. İçimdeki korkuyla karışık üşüme hissi kısa bir zamanda olsa beni mahvetmisti. Göğüs kafesime saplanan bıçaklar biraz olsun hafiflemişti güvercinin varlığını farkettigimde.
Bir yandan korkuyor bir yandan umarsızca dokunmak istiyordum ona. Ürkek bir kuştu, yaralanmış mıydı? Yoksa soğuğun etkisiyle ne gördüğümden mi emin değildim? Elimi yavaşça uzattım..
~
Gözümü açtığımda tren raylarının vagonda yarattığı sarsıntıyla yerimden doğruldum. Gördüğüm rüyanın etkisi vücudumun her bir noktasına tek tek işlemişti sanki. Nefes nefese kalmıştım. Üşüdüğümü hissediyordum hâlâ. Halbuki vagon çok sıcaktı daha biner binmez açmıştım sıcak üfleyen klimayı. Gözümün ucuyla pencereden baktım. Bitmek bilmez bir yoldaydım hâlâ. Üstüme birseyler giymek için çantama uzandım. Anneannemin ölmeden önce ördüğü ve hiç yanımdan ayırmadığım şala uzandım ve sanki acelem varmış gibi çabucak üstüme örttüm.
Gördüğüm rüyanın etkisinden çıkmaya çalışırken omzuma doğru bir dokunuş hissettim. Kafamı çevirdiğimde küçücük bir kız çocuğu öylece bana bakiyordu. Yemyeşil sanki taze bir ormandan esinlenmiş iri iri gözleri vardı. Taptaze bir yeşillik.. Büyülenmiş gibi bakakaldim. Ve sonra birşeyler söylemem gerektiğinin farkında vardım.
"Merhaba küçüğüm" diye seslendim.
Bir süre bekledim ve karşılık alamayınca
" Gel otur karşıma, üşümüş gibisin, yolunu mu kaybettin ailen nerede götüreyim seni" diye sordum.
Yemyeşil gözleriyle bana bakmaya ve hicbirsey söylememeye devam etti. Gözleri öyle güzeldi ki sadece yeşilliğinden değildi bu etki, farklı derin bir anlamla bakiyordu bana. Benimde gözlerim yesildi ama onunki gibi anlamli bakmiyordu. En azından ben böyle düşünüyordum.Hicbirsey söylemeden karşıma oturmuştu.. Onu ürkütmek istemiyordum. Bir kız çocuğuna nasıl davranılması gerektiğini babamdan öğrenmiştim. Beni öyle güzel anlamaya çalışıp severdi ki. Hayatımda hiç kimse bir daha bana öyle yaklaşmamıştı sanırım. Babamla ilgili beynimde yankılanan düşünce ve anı istilasından sıyrılıp karşımda öylece duran küçük kıza odaklandım.
Sakince bakıyor ve gözlerimle anlamaya çalışıyordum onu. Nereden ve niye geldiğini. Saçları kahverengiden çalma bir renkti. İki yanından örülmüş örgülerinin arasından geçen renkli ipler dikkatimi çekmişti.
"Konuşmayacaksın herhalde. O halde susarak anlaşalım" dedim.
Çantamdan hiç ayırmadığım cikolatalardan çıkarıp bir tane uzattım. O an ilk defa bir tepki gösterdi ve sessizce çikolatayı aldı. Kağıdını açıp yemeye başladı ve gözleriyle gülümsedi. İşte olmuştu. Rahatlamaya ve iletişim kurmaya başlamıştı benimle. İletişim kurmak sadece kelimelerle olmazdı. Bunu en iyi bilenlerden biriydim. Bedenimizde yarattığımız ufak bir hareket, gözlerimizdeki anlam, bir tebessüm ya da bir el herşeyi anlatabilirdi insana. Bakmak değildi önemli olan görebilmekti. Çikolatasını yemeye devam ederken bende onu anlamaya çalışıyordum. İçindeki kremayı ağzının kenarlarına bulaştırmamak için o kadar narin yiyordu ki aklım şaştı. Sanki hayran olunası bir leydi vardı karşımda. Halbuki ben 28 yaşımda olmama rağmen hâlâ çikolata yerken elime yüzüme bulaştırırdım ve iki lokmada bitirirdim ne varsa. O ise hâlâ yemeye devam ediyordu.Gördüğüm rüyanın yarattığı yalnızlık hissinden biraz da olsa sıyrılmıştım. Üzerime sıkıca sardığım şalı çıkarıp narince ona örtmek için yeltendim. Elimden yavaşça alıp bacaklarina örtmüştü uzattığım şalı. Neden üşüyordu anlamıyordum, trenin içi sıcacıktı oysa. Yoksa o da benim gibi bir rüyadan mi uyanmıştı?
Tren mola vereli yaklaşık iki saat oluyordu. Tabii kısa bir an uyuyup rüya gördüğüm zaman dilimini saymıyorum. Kafamdaki düşüncelerle boğuşurken elindeki boş çikolata kağıdını geri bana uzattığını farkettim. Aldım ve hemen koltuklarin kenarindaki küçük çöp kutularına koydum. O esnada birşey diyecek gibi oldu. Kafamı çevirdim ve evet dinliyorum dercesine salladım." Nereye gidiyorsun bu ilginç trenle"
Gerçekten ufacık çocuk bunu neden merak etmişti ki. İsmimi sormasını beklemiştim. Üstelik bu tren ilginç falan değildi. Bu trende ilginç olabilecek ne gördü ki bu çocuk? Şaşkınlığımı gizleyemeden;
"İstanbul'a gidiyorum küçüğüm, sen nereye gidiyorsun bakalım"
Bir müddet etrafına baktı, pencereye doğru daldı gitti güzel gözleri.
"Ben her zaman bu trendeyim, ama sen ineceksin. Peki gideceğin yolu sen mi seçtin? Yoksa yanlışlıkla mı bindin"
Sorunun ardından yaşadığım şaşkınlığı ve bu soruların niye bana soruldugu düşüncesini kafamdan silemiyordum. Ufacık bir çocuğun karşısında bakakalmıştım. Sahiden gideceğim yolları ben mi seçmiştim? Yoksa zaten mecbur muydum bu yollara?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFSUN
General FictionHangimiz yaşamıştık istediğimiz gibi? Bir yanda yürümeye mecbur kaldığımız yollar, bir yanda ise hayallerimiz vardı. Çıkmaz sokaklardan geriye dönerken ruhumuza üfleyen pişmanlık ves vesesi sarmıştı her yeri.. Yol ayrımları en zoruydu. Bizi biz yap...