Bölüm 2

20 6 1
                                    

Saniyeler hatta dakikalar geçmişti. Kendi içimde bu sorunun cevabını vermeye çalışıyordum hâlâ.

"Evet bu trenden ineceğim küçüğüm, çünkü amacım bu trene binmek değil, bu trenden inip, gitmek istediğim yere ulaşmak," ardından devam ettim;

" Peki sen neden inmiyorsun bakalım korkuyor musun? Yoksa aileni mi kaybettin, sana yardımcı olabilirim?".

Üst üste bir sürü soru yöneltmiştim ufak kıza. Yüzüme diktiği yemyeşil gözleri içimde çok farklı hisler uyandırmaya devam ediyordu. Aslında çokta merak ediyordum bu küçücük kız yanıma neden gelmişti. Neden bana böyle garip sorular soruyordu.
Bacaklarina örttüğü şalı üstünden çekip bana uzattı. "Tekrar geleceğim, kendine dikkat et" diyip doğruldu yerinden. Ufacık bir bedeni vardı. Asıl onun kendisine dikkat etmesi gerektiğini düşündüm ve bunu söylemeye nedense çekindim. Sahiden küçük bir kız çocuğundan neden cekinmiştim bilmiyorum ama o an susmak istedim ve sadece izledim. Yavaşça yanımdan uzaklaşırken tepkisiz bir şekilde bakmaya devam ettim. Koltukların arasindan bir anda kayboluvermisti. Neden kıza aklımdaki soruları sormadığımı düşündüm. Farklı bir büyüsü vardı çünkü, sorduğu soru bende 'kendimi' düşündürdü. Bir çocuk ilk defa bana bu kadar derin bir soru sormuştu. Ama biliyordum cevabını. Ben bu trene inmek için binmistim. Çünkü asıl amacım trene binmek değil, trenin beni götürdüğü yerde inmekti. Zaten hayatta böyle değil miydi? Duraklar isteklerimizi, hayallerimizi ve yapmamız gereken şeyleri temsil ederken, otobüsler, trenler ve aklımıza gelen her türlü ulaşım arac sadeceı bizi istediğimiz yere götürmeye yarayan araçlardı. Sadece figüran. Tabii İstanbul muydu hayalim orası biraz düşündürdü beni.

   Dakikalar hatta saatler geçmeye devam ediyordu. Yol sanki gitgide uzuyordu ve bu trenden inemicek olma ihtimalinin verdiği boğucu hisle derin derin nefes alıyordum. Sonunda şehre girmiştik. Boş araziler ağaçlık bölgeler görmekten çok artık ufak tefek evler, arabalar görmeye başlamıştım.

   Derin bir oh çektim. İçinde bulunduğum bu trenden bir an önce inmek istiyordum. İndikten sonra neyle karsilacagımı bilmiyordum oysa.
Yavaş yavaş etraftaki esyalarimi çantama koymaya başladım. Okumaktan keyif aldığım bir kaç kitap ve yanımdan hiç ayırmadığım küçük bir not defteri.

   Bavullarım yanımda sıkışmış bir şekilde duruyordu. Halbuki valizler için bir sürü bölmeler yapmışlardı trene. Bu dünyanın ışığından çok karanlığına denk gelmiş bir kadın olarak, güvensizlik ve o içimi kemiren anksiyete laneti hadsafhaya ulaşmıştı bende artık. Kimseye güvenmemem gerektiğini öğrenmiştim.

   Ya da en azından İstanbul'a gelene kadar öğrendiğimi zannediyordum.

Tren yavaşladı ve durmaya hazırlanırken yerimden doğruldum. Saatlerdir oturmaktan uyuşan kalçamın bir an önce eski haline dönmesi için kıvranırken eşyalarımı elime aldım. Resmen bir kuyruk vardı trenin içinde. Ramazan pidesi kuyruğundan hallice. İnsanların elinde telefon herkes ya mesaj atıyordu ya da telefon ile haber veriyordu sevdiklerine. Tabii bunun yanı sıra sevdikleriyle yolculuk yapan bir kısımda vardı.

"Annecimm ben iniyorum biraz sonra, gelmenize gerek yok gelirim eve hemen. Eşyalarım ağır değil merak etme".

"Kardeşim geldin mi? Birazdan ineceğim bende."

  Etrafta böyle bir sürü ses vardı . İnecekleri için, sevdiklerine kavuşacakları için heyecanlanan bir sürü insan sesi.. Kavuşmanın baş gösterdiği samimi cümleler..
 
  Benim arayacak kimsem yoktu bu koskoca şehirde. Zaten bunu bilerek gelmiştim buraya. Ama yine de kendimi yabancı, korumasız ve ürkek hissetmiştim.

                                      ~

Eylül sabahı 8:30 civarıydı. İstanbul sandığımdan daha soğuktu. Rüyamda ki gibi tüm İstanbul'u sis bulutu kaplamıştı. Nefes alinamayacak derecedeki kalabalık bile havayı bir nebze olsun ısındıramamıştı. Kulaklarimdaki uğultu, vücuduma çarpan soğuk ve sürekli gözümün önüne düşen pelçemlerimle yürümeye çalışıyordum. Bir elimde kocaman bir bavul,bir elimde kocaman bir çanta. Telefondan gideceğim yerin konumuna bakmam gerektiğinin farkındaydım ama önce bu kalabalıktan sıyrılmaya ihtiyacım vardı. Daha sonra konaklayacağım yere gidecektim. Ağzımdan çıkan havanın yarattığı buharı gördükçe aklıma küçüklüğümden kesitler geliyordu. O zamanlar daha 1998 yılları.. 6 yaşındaydım henüz, köyümüzde sobanın yanında kuzenlerimle beraber ısınmaya çalıştığımız, ellerimizi birbirine sürterek oyun çıkardığımız ve ağzımızdan çıkan buharlarla havada şekiller çizmeye çalıştığımız zamanlar..

Ah ne kadar çok özlemiştim! Hayatın tüm kötülüklerinden habersiz, ayda yılda bir kere gittiğim ama benim köyüm diyebildiğim, sıcacık yuvamdı orası. Küçüklüğüm.. neredeydin?

Sonunda otogarın kalabalığından biraz sıyrılmış ve soluklanmak için duraksamıştım. Bir taksiye ihtiyacım olduğu aklıma geldi. Allah'ım ne de çok dalgındım böyle! Toparlanmam gerekiyordu. Bu kalabalık şehirde yolumu bulmalıydım. Bu şehir beni yutmadan ben acilen kendime gelmeliydim!  Artık kaybolmak, esir olmak yoktu. Benim için o devir çoktan kapanmıştı..

EFSUNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin