Bok.

479 18 14
                                    

Konser alanı, simsiyah giyinen ingilizce konuşan insanlarla dolu, büyük bir üniversite kampüsü büyüklüğünde bir alandan ibaretti. Orman sahnenin arkadından yuvarlak oluşturarak bütün alanı çevreliyordu. Güneş tepemizde o sımsıcak hatlarını hepimize hissettirirken hala olanları kavramakta güçlük çekiyordum.

Londra da bir Rock festivali için biraraya gelen birsürü emonun içinde kalmıştım. Güneşin aydınlattığı tek şey benim sarı saçlarım olunca bayağı bir dikkat çekiyordum. Aklımdan, bu kadar sıcak güneşin altında simsiyah giyinen bir mal ben olmadığım için bu kadar dikkat çektiğimi düşündüm.

Çadırı kurmasına yardım etmek için kardeşimin yanına doğru yürüdüm. Elimde yanından ayrılmak için bahane ettiğim su şişesini uzattım. Aldı ve içti. Onunla iyi geçinmek beni deli ediyordu. Yabancı bir ülkedeydik ve onunla kavga edemezdim. Yoksa çeker giderdi. Kendisi daha yes no nedir bilmezdi. Asiydi ve beni dinleyeceğini hiç sanmıyordum.

Yine de dişimi sıkıyordum. Ona olan sinirim burada durduğumuz her saniye artmasına rağmen sesimi çkarmadan ne derse yapıyordum. Çimenlerin üzerinde kurduğumuz çadırın içerisine bir göz gezdirdim. Bütün eşyalarımızın tam olup olmadığına baktım.

Buradaki emo tiplerinin hiçbirine güvenmiyordum. Aralarında barbie bebek kaldığım için benim eşyalarımı çalmaları da olasıydı. Kardeşiminkileri çalabileceğini düşünmedim. Ne de olsa it itten çalmazdı. Kardeşimin buradaki diğer emolardan farkı yoktu.

Kaşında piercingi, aptal bir rock grubunun tişörtü ve siyah pantolon. Bu rock festivlınde olmam onu suçuydu. Annemle babam onun için çok endişeleniyorlardı. Ben onun yaşındayken sesimi yükseltemezdim ama o canı isteyince eve gidiyordu.

Ve en son isteği bana dokunmuştu. Bu rock festivali. Buraya gelmek istemişti. Annemler yaşı tutmadığı için beni de onun yanında yollamışlardı. Yasadışı bir şekilde bu ülkeye gelmelerinden korkuyorlardı. Ve tabi ki onunla bir Alara gidecekti.

Alara ne işe yarıyor ki zaten ? Burnumdan gürültülü bir nefes çektim. Telefonumla kulaklığımı kontrol ettim. Her şeyim çalınabilirdi ama kulaklığım asla. Halil'e dönüp "Ben biraz yürüyeceğim." Dedim.

Kaşlarını kaldırdı. " Neden ?" Sinirimi birazcık belli ederek ; "Gerildim." Dedim. A tabi bir de senin yüzünden her an bıçaklanma korkusuyla götümü kollamam gerkiyor. Bu sitresi atmanın en güzel yolu da koşmak.

Omuz silkti. Umrunda değildi. Benim ne düşündüğüm ne hissettiğim. Hiç kimsenin umrunda değildi ya, o da apayrı bir konu.

Çadırdan uzaklaşmam pek almamıştı. Dediğim gibi bulunduğumuz alan üniversite kampüsünü hatırlatıyordu.

Kulaklığımı taktım ve telefonumdan en yüksek beatli şarkıyı seçtim. Nakarat kısmına geldiğimde ormanda ilerlemiş ve arkada kimseyi göremez olmuştum. Beat en üst noktaya geldiğinde koşmaya başladım. Bacaklarımı açabildiğim kadar açıyor ve uçarcasına koşuyordum.

Sanki kanatlanıp bu lanet dünyadan ve dertlerden uzaklaşabilirmişcesine koşuyordum. Fakat bir an sonra beat bitti. Lanet olsun. Pop şarkılarının bu halinden nefret ediyordum. Nasıl olurda böyle birden heyecanı bitirebilirdi ?

Yavaşlayıp yürümeye başladım. Düşük beatlerde koşmayı hiç sevmezdim. Yine de koştuğum o otuz saniye bana yetmişti. Daha iyi hissediyordum kendimi. Türkiye'deyken böylesine koşamazdınız. İnsanlar size bakar ve rahatsız bakışlarıyla sizi durdururlardı.

Yavaşça yürümeye devam ettim. Sonra iğrenç bir şey fark ettim. Bok. Bok kokusu. İğrençliğinde ötesinde bir bok kokusu. Dünyada hangi hayvan bunu yapabilecek kadar böcek yemiş olabilir ki ?

Kokunun kaynağını aradım. Arkamda duran yemyeşil çalılıklardan geliyordu. Bunu ne tür bir hayvanın yaptığına bakmak için birden çalıları ikiye ayırdım. İşin iyi yanı yırtıcı bir hayvan değildi. Kötü yanı bir emo olmasıydı.

TEK SEÇENEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin