Davetsiz Misafir

1.6K 104 57
                                    

Mark


Tek istediğim Lee Donghyuck'un beni rahat bırakmasıydı. Bilirsiniz işte, benden uzak durması ve yaklaşmamasıydı.

Her şey eşyalarımızı taşıyan kamyonun, onun oturduğu semte park ettiği yaz başladı, ikinci sınıfa başlamadan önce. Madem artık sekizinci sınıfı bitirmek üzereyiz, demek ki stratejik olarak ondan kaçınmaya ve sosyal olarak huzursuzluk duymaya başlayalı neredeyse altı yıl olmuş.

Hayatıma paldır küldür girmekle kalmamış, içine dalmış, kalabalığı yararak ilerlemiş ve kendini araya sokuşturmuştu. Biz mi demiştik ona sanki kamyona bin de, eşya kutularımızın üzerine çık diye? Hayır. Ama yaptığı şey tam olarak buydu, yalnızca Lee Donghyuck'un yapacağı türden bir şeydi, kontrolü ele alıp hava atmak.

Babam ona engel olmak istemişti. "Hey!" diye bağırmıştı kendisini kamyona attığını görünce. "Napıyorsun? Her yere çamur bulaştırıyorsun!" O kadar doğruydu ki bu. Ayakkabılarına bir şeyler yapışmıştı.

Yine de çekip gitmedi. Kamyondan ineceğine, poposunu yere koyup büyük bir kutuyu ayaklarıyla itmeye başladı. "Yardıma ihtiyacınız yok mu?" diyerek bana baktı. "Görünüşe bakılırsa var."

Bu ima hoşuma gitmemişti. Bütün hafta boyunca bana da aynı bakışları atmasına rağmen babamın da bu çocuktan hoşlanmadığını söyleyebilirdim. "Hişt! Yapma!" diye uyardı onu babam. "O kutunun içinde çok değerli eşyalar var."

"Peki ya bu?" Üzerinde LENOX yazan bir kutuya doğru yöneldi ve "bunu birlikte itmemiz gerek" diyerek yine bana doğru baktı.

Bu sefer babam: "Hayır, hayır, hayır!" diyerek onu kolundan tuttuğu gibi yukarı kaldırdı. "Hadi, sen evine git bakalım. Annen nerede olduğunu merak ediyordur."

Bu oğlanın laftan anlamadığını hemen anlamıştım. Hem de hiç... Bu lafın üzerine bir çocuğun yapması gerektiği gibi anında evine koşması gerekmez miydi? Yoo! Hayır. Verdiği cevap; "Annem nerede olduğumu biliyor ve bana izin verdi" oldu.

Sonra da caddenin karşısını gösterip, "Biz de tam karşınızda oturuyoruz" dedi. Babam gösterdiği yere bakarak, "Eyvahlar olsun!" diye homurdandı. Bana dönüp gözünü kırparak, "Mark, sen eve gidip annene yardım etmeyecek miydin?" dedi.

Bunun bir kibarca kovma taktiği olduğunu hemen anlamıştım. Daha sonralara kadar da babamla bu oyunu daha önce hiç oynamamış olduğumuzu düşünmedim. Kabul etmek gerekir ki böyle şeyler babalarla konuşulmaz. Ne kadar sinir bozucu ya da çamura bulanmış olurlarsa olsunlar çocuğunuza birisini başından savmanın sakıncalı bir davranış olmadığını söylemek ebeveynliğin doğasına aykırıdır bir kere.

Ama işte, babam karşımda durmuş, oyunu sahneye koyuyordu. İkinci kere gözünü kırpmasına gerek kalmadan ona gülümseyerek, "Evet evet, kesinlikle!" diyerek kamyonetin panel kapağından atlayıp yeni evimizin ön kapısına doğru yürüdüm.

Arkamdan geldiğini duymuştum ama buna inanamamıştım. Belki sadece bana öyle geliyordu, belki de gerçekten yolun karşısına geçecekti. Ama ben dönüp arkama bakma cesaretini gösterene kadar bir de baktım o elimi tutmuş önüm sıra beni çekiyordu.

Bu kadarı da fazlaydı ama. Tam karşısına geçip ona defolmasını söyleyecekken çok garip bir şey oldu. Ondan kurtulmak üzere Don Kişot'luk ediyordum ki nasıl olduysa bu sıkıntılı anda kendimi onun elini tutarken buldum. Buna inanamamıştım. Evet, orada durmuş bu çamura batmış pis oğlanın elini tutuyordum resmen.

Silkinip ondan kurtulmaya çalıştım ama elime mengene gibi yapışıp beni çekiştirdi. "Hadi ama!"

O sırada annem dışarı çıkıp dünyanın en tatlı bakışıyla ona bakarak "Merhaba," dedi.

Somebody That I Used To Know || MarkhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin