Mark
Pazar günü yataktan grip olmuş gibi kalktım. Sanki o berbat, karmakarışık, açıklanamayan kabuslardan birini görmüş gibiydim.
Benim bu tür kabuslarla ilgili bulduğum çözüm, bunları üzerinizden atmanız gerektiğidir. Gördüklerinizi unutmaya çalışmanızdır.
Kabusları kafamdan atmıştım, tamamdı. Erken de kalkmıştım çünkü gece nerdeyse hiçbir şey yemediğim için kurt gibi açtım. Yine de mutfağa dalmadan önce oturma odasına bir göz attım. Babam kanepede uyuyordu.
Bu hiç de iyiye alamet değildi. Evdeki savaşın hâlâ sürdüğünü gösteriyordu. Bu da kendimi kendi bölgemde bile bir istilacı gibi hissetmeme neden oluyordu.
Önce bir o yana bir bu yana dönüp inilder gibi oldu, sonra küçük ve ince yorganının altında tortop olup pek de dostane olmayan bir şeyler mırıldandı yastığına.
Mutfağa koşup kendime koskocaman bir kase mısır gevreği koydum. Tam içine süt dolduracaktım ki annem vals yaparak geldi ve sütü benden uzaklaştırdı. "Bekleyeceksin genç adam," dedi. "Bütün aile pazar kahvaltısını birlikte yapacak."
"Ama açlıktan ölüyorum!"
"Biz de öyle. Şimdi git bakalım! Ben pankek yapacağım, sen de duş alacaksın. Yürü çabuk!"
Sanki duş yapmak açlığı giderecekti! Yine de banyonun yolunu tuttum. Giderken oturma odasının boş olduğunu far kettim. Yorgan katlanıp kanepenin yanına konmuş, yastık ortadan kaybolmuştu. Adeta az önce gördüklerimi hayal etmişim gibiydi.
Kahvaltı sırasında babamın geceyi kanepede geçirmiş gibi bir hali yoktu. Ne gözlerinin altında torbalar vardı ne de yüzünde sakal. Üzerine tenis şortu ve açık eflatun bir polo gömlek giymiş, saçlarına işe gider gibi fön çekmişti. Bana göre üzerindeki gömlek biraz kız işi duruyordu ama annem, "Bu sabah çok hoş görünüyorsun Yoochun," demişti.
Çok geçmeden dedem geldi ve "Eunhye, evin içi harika kokuyor! Günaydın, Yoochun. Selam, Mark" diyerek oturup peçetesini kucağına koyarken bana göz kırptı.
"Ro-s-e!" diye müzikli bir şekilde seslendi annem. "Kahvaltı!"
Üç parçalı mini eteği, apartman topuklu ayakkabıları ve kesinlikle bir rakun türüne aitmiş gibi görünen gözleriyle ablam göründü. Annemin nefesi daralmıştı ama derin bir nefes alıp, "Günaydın tatlım. Sen... sen... Bugün arkadaşlarınla birlikte kiliseye gideceğini sanıyordum," dedi.
"Gideceğim." Rose somurtarak oturdu.
Annem sofraya pankekleri, yağda pişirdiği yumurtaları ve patates köftelerini getirdi. Babam bir dakika kadar orada kazık gibi oturduktan sonra nihayet peçetesini açıp yakasına taktı.
"Pekala," dedi annem sofraya otururken. "Sorunumuza bir çözüm buldum."
"Karşınızda..." diye mırıldanmıştı babam ama annem ona öyle bir baktı ki anında susturdu.
"Çözüm..." dedi annem tabağına pankek koyarken, "...Hyorin'leri yemeğe davet edeceğiz."
Babam pat diye, "Ne?" deyiverdi; Rose, "Hepsini mi?" dedi. Ben de "Ciddi misin?" diye sordum.
Dedem tabağını ağzına kadar yağda yumurtayla doldurup, "Eunhye, bu harika bir fikir," dedi.
"Sağol baba," dedi annem de gülümseyerek. Sonra Rose'yle bana bakıp, "Elbette ciddiyim ve evet, eğer Donghyuck ve abileri de gelmek isterlerse davetli olacaklar," dedi.
Ablam kahkahalara boğularak, "Sen ne dediğinin farkında mısın?" dedi.
Annem kucağındaki peçeteyi düzeltti. "Belki de artık zamanı gelmiştir diye düşündüm."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Somebody That I Used To Know || Markhyuck
FanficDonghyuck, Mark'ı ilk gördüğünde ona tutulur. Mark, Donghyuck'u ilk gördüğündeyse ondan kaçar. Bu olay ikinci sınıftayken olur ama yedinci sınıfa gelene kadar pek fazla bir şey değişmeyecektir. Donghyuck der ki; "Benim Mark'ım. Hâlâ onun için saklad...