Çınar ağacı

645 95 33
                                    

Donghyuck

Babamın resim yapmasını izlemek hoşuma giderdi. Aslında resim yaparken benimle konuşmasını severdim. Hep tatlı sözler söylerdi ama nedense bir manzara resminin katlarına fırça darbeleri indirirken çok güzel konuşurdu. Üzücü değil. Belki biraz bıkkın, ama huzurlu.

Babamın resim yapmak için bir atölyesi yoktu. Garaj, herkesin lazım olur diyerek koyduğu ama hiçbir zaman lazım olmayan şeylerle dolu olurdu. Bu yüzden o da resimlerini dışarıda yapardı.

En iyi manzara resimleri yapılacak yer dışarıda bulunur ama evimizin yakınlarında böyle manzaralar yoktu. Bu yüzden o da kamyonunda bir fotoğraf makinası taşırdı. Bir duvar ustası olarak işi gereği çok farklı yerlere giderdi ve muhteşem bir gün doğumu ya da gün batımı, ya da koyun ve ineklerin otladığı güzel bir çayır manzarası yakalamak için hep tetikte olurdu. Sonra çektiği fotoğraf karelerinden birini seçer, resim sehpasının kenarına sıkıştırıp resmini yapardı.

Resimleri vitrine çıkıyordu ama ben hep onun için biraz üzülmüşümdür. O harika manzara resimlerini pek de resmedilmeye değer olmayan arka bahçemizde yapmak zorunda kalıyordu çünkü. Hiçbir zaman ahım şahım bir bahçe olmamıştı ama ben orada tavuk beslemeye başlayınca işler gerektiği gibi gitmemişti.

Gerçi babamın gözünün resim yaparken arka bahçeyi de, tavukları da gördüğü yoktu. Tek başına fotoğraf karesini ya da tuvali de görmüyordu. Çok daha büyük bir şeyi görüyordu gözleri. Resim yaparken gözlerinde hep bu bakış olurdu; sanki bahçenin, semtin, dünyanın ötesine geçmiş gibi. İri, nasır tutmuş elleri tuvalin üzerine minicik bir fırça darbesi kondururken sanki bedeni nazik bir ruhani varlık tarafından ele geçirilmiş gibi olurdu.

Küçükken babam sundurmada resim yaparken gürültü etmediğim sürece yanında oturmama izin verirdi. Kolay kolay uslu durmazdım ama hiç göz atmadan geçen beş ya da on dakika sonra konuşmaya başladığını keşfetmiştim.

Bu sayede babam hakkında çok şey öğrendim. Bana, benim yaşımdayken yaptığı şeyleri anlatırdı. Başka şeyler de anlatmıştı, mesela ilk işi saman dağıtmakmış ve üniversiteyi bitirmiş olmayı çok istermiş.

Biraz daha büyüdüğümde yine kendinden ve çocukluğundan bahsetmeye devam etti ama artık bana da sorular sormaya başladı. Okulda neler öğreniyorduk? Şu anda hangi kitabı okuyordum? Şu ya da bu şey hakkında ne düşünüyordum? Bu tür sorular.

Derken bir gün beni şaşırttı ve bana Mark hakkında bir soru sordu. Mark için niçin deli divane oluyordum.

Ona, onun gözlerinden, saçlarından ve yanaklarının kızarmasından bahsettim ama duygularımı çok iyi açıklayabildiğimi sanmıyorum, çünkü açıklamamı bitirdiğimde babam başını iki yana salladı ve tatlı, güzel sözlerle tüm peyzaja bakmaya başlamam gerektiğini söyledi.

Ne dediğini tam olarak anlamamıştım ama sözleri bende onunla bu konuyu tartışma isteği uyandırmıştı. Mark'ı nasıl anlamıştı? Onu tanımıyordu ki!

Ama burası tartışma yeri değildi. Bu tür şeyler evin her yerinde ortalara saçılabilirdi ama burada olmazdı.

İkimiz de rekor sayılacak bir süre sessiz kaldıktan sonra babam beni alnımdan öperek, "Doğru aydınlatma her şeydir Donghyuck." dedi.

Doğru aydınlatma mı? Bu ne demek oluyordu? Bunu düşünerek orada oturdum ama sormadım çünkü sorarsam ne demek olduğunu anlayacak kadar olgunlaşmamış olduğumu itiraf etmiş olmaktan korkmuştum. Nedense bu da çok açıktı. Sanki anlamam gerekiyormuş gibi...

Bu olaydan sonra babam olaylarla ilgili daha az, fikirlerle ilgili daha çok konuşmaya başladı. Yaşım büyüdükçe de konuşmaları daha bir felsefi gelmeye başladı. Gerçekten daha mı çok felsefeyle ilgileniyordu, yoksa sadece matematikte çift haneli rakamlara geçtiğime göre artık söylediklerini anlayabileceğimi mi düşünüyordu, bilmiyorum.

Somebody That I Used To Know || MarkhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin