salı
jisung minho'yla ilgili konuşmak istemediğini söylediği sıra gözü koşturarak yanlarına gelmekte olan bedene takıldı ve 'iti an çomağı hazırla' diye iç geçirmekten kendini alamadı. hiçbir şey demeden hemen yanına kurulan minho oldukça neşeli görünüyordu.
"selam beyler!"
changbin onun sırıtan yüzünün aşırı itici olduğunu düşündüyse de bir şey demeyip kurabiyelerini yemeye devam etti fakat pes etmek bilmeyen minho bu sefer ileri atılıp bir tane kurabiye aldı.
"vay, zencefilli." bir süre çiğneyip düşünceli bir ifadeyle ekledi: "bizim felix de bunlara bayılıyor." ortama birden ölüm sezsizliği çöktü. jisung bakışlarını onlardan çektiğinde changbin ağzındakini yutmaya çalışıyordu ama ifadesi feci bozuktu. çaktırmadan karşısındaki jisung'a bir bakış attığında öfkeyle minho'ya dönüp "neden def olup gitmiyorsun?" diye kızdı.
olanların ve kırdığı potun farkında bile olmayan minho güldü. "neden birden bu kadar ciddi oldunuz ki?" sorusu yanıtsız kaldı.
kurabiye kutusunu çantasına atıp jisung gibi tüm dikkatini notlarına verdi changbin. yaklaşan vizeler yersiz minho'dan daha önemliydi ne de olsa.
"jisung-ah ne çalışıyorsun?" minho alt dudağını sarkıtmış bir şekilde jisung'un elindeki kağıda uzandı; onlarca paragraf midesini bulandırınca da hemen geri çekti elini.
"senin de ders çalışman gerekmiyor mu?" jisung'un çok da umurunda sayılmazdı onun çalışıp çalışmaması, sadece buradan def olup gitmesini istiyordu.
"çalışmama gerek yok ki zaten hepsinden geçeceğim." kendinden emin görünüyordu. jisung onunla daha fazla muhatap olmak istemiyormuş gibi kafasını sallayıp tekrar önüne döndü.
görmezden gelinmenin dayanılmaz eziciliğiyle çoktan neşeli ifadesi yerle bir olmuştu minho'nun. üstelik bu neşe yapay değildi. jisung'u gördüğünde birden belirivermişti ve onun ilgisizliğiyle de yok olmuştu. kendine bir miktar kızdıktan sonra "derse gidiyorum ben, sana yazarım." dedi jisung'a. herhangi bir yanıt almayınca da kaşlarını çatıp changbin'e bir kez bile bakmadan geldiği gibi kalkıp gitti.
