Herkese tekrardan merhabaa ♥☺☻☼ Kucak dolusu sevgilerle yeniden buluştuk ve bu sefer baya uzun bir bölümle karşınızdayım. Bu bölümü bir lavanta eşliğinde yazdım ve eğer mümkünse size de tavsiye ederim... Çok uzatmadan sizi bölümle baş başa bırakıyorum, keyifli ve bol güzel kokulu okumalar.
Bence en uygun şarkı buydu, keyifli dinlemeler...
İlerleyen kısımlarda geçen lavanta tarlası, aklınızda bulunsun...
Sonbahar...Her insan için farklı çağrışımlar barındırır bünyesinde. Bazıları hüzündür der, bazıları aşk mevsimi olduğunu aşılamaya çalışır, bazıları ise yeniden doğuşun belirtisi olduğundan bahseder. Peki bunların hepsi ne kadar doğrudur? Bir mevsime böylesine büyük anlamlar yüklemek, bükmez mi onun boynunu?
Sonbaharın en güzel günleriydi çiftlikte, rengarenk çiçekler açmış ıtriyattaki sonsuz yolculukları için hasat zamanlarını heyecanla bekliyorlardı adeta.
Melodi erguvan renkleriyle etrafa neşe saçan safran parsellerinin arasında derinlere çektiği nefesle adımlıyordu.
Dönüşlerinin ardından bir hafta geçmişti neredeyse ve yarın psikiyatristinin yanına gidip ilk seansının başarılı geçmesini büyük umutlarla bekliyordu.
Geldikleri günden beri her gece eskisinden çok daha rahat bir şekilde yatağına yatıyordu. Gördüğü kabuslar devam etse de eskisi gibi zifiri karanlığa çekmiyorlardı onu. Bazen lavanta bazense gül tarlalarına uzanmış bir şekilde buluyordu kendini ama içindeki büyük sıkıntılarla beraber. Yarın buraya kadar olan her şeyi doktora anlatıp nasıl bir yol izleyeceklerini sormalıydı.
Etrafa göz gezdirirken sepetlerdeki safranlardan bir tane alıp burnuna götürdü, daha şimdiden hangi parfümünde kullanacağının hesabını yapmıştı bile.
Hayatında emin olduğu tek şeydi bu meslek ve tek iyi kisiydi.
Daha günün ağarmasına henüz bir iki saat vardı, güneş tam tepeye çıkmadan hasadın yapılması gerekiyordu, güne baya erken başlamışlardı.
Tarlada çalışanlar oradan oraya koşturuyor bir curcuna misali baştan sona işlerini yapıyorlardı.
Geçenlerde keşfettiği çiftliğin arkasındaki gölete doğru gidiyordu ki sol tarafta çaprazda bir kulübe gözüne çarptı, gündüz gözüyle bile fark edilmeyen kulübe aydınlatma sayesinde fark ediliyordu.
Hemen yanından geçen çiftliğin kahyası Ahmet babayı durdurdu ve "Ahmet baba şuradaki kulübe kimin?" dediğinde yaşlı adam Melodi'nin işaret ettiği yere bakıp tekrar gözlerini geldiğinden beri yorgun ve puslu bakan mavi gözlere çevirip "Buradan sorumlu ziraat mühendisinin kızım orası, yıllardır buradadır. Faruk Bey siz İstanbul'da olduğunuz zamanlarda buranın boş kalmasını istemediğinden Emir oğlumun burada devam etmesini istemişti, daha dün gece döndü memleketinden" dediğinde kafamı salladım. "Peki niye kulübede kalıyor?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beklenmeyen (Querencia)- Acı ve Tutku Serisi 1
Narrativa generaleGözlerin ruhumun güvende hissettiği tek eviydi, ta ki onu metanetsizlikle sınadığın güne kadar... ~~~~ Tutku... en çok istediği şeye sahip olmaya çalışırken kimi kırıp döktüğüne bakar mı sizce? Itriyatten gelen bu tutku, boyunlarını büken çaresizliğ...