Multimedya bölümdeki sahnelere birebir uydu. İyi okumalar.
"Ah, benim biricik meleğim."
Yüzüme vuran parlak ışık gözlerimi kamaştırdığında kolumu anlıma siper ettim. Etrafta hiçbir şey yoktu görebildiğim kadarıyla. Kafamı aşağı eğip baktığımda dizlerime kadar gelen, daha önce hiç görmediğim bir elbise ve çıplak ayaklarla beyaz zeminde dikiliyordum.
En son hatırladığım şey ambulans ışıklarıydı. Daha sonrasında bilincimi tamamen yitirmiştim. Şimdiyse nerede olduğumu kavrayamıyordum. Ölmüş müydüm? Hala nefes alıyor muydum? Sorularıma yanıt ararcasına gözüm ışığa alıştığından bir kolumu anlımdan çekerken diğer kolumu kaldırarak bileklerime baktım.
Beden, hala benim bedenimdi. Ölüm böyle bir şey miydi? Bir kadın kahkahası yankılanınca trans halimden çıkıp sıçradım ve sesin tanıdıklığı karşısında irkildim. Kanım buz tutmuş gibi olduğum yere çakılı kaldım.
"Anne?"
"Hayır tatlım, hayır ölmedin. Ölemezsin bir tanem. Yaşaman gereken onlarca yıl, görmen gereken yüzlerce şey var. Özellikle Mısır Piramitlerini görmelisin. Ben hepsinin içine girdim biliyor musun?"
Dehşet içinde etrafıma bakınırken bir kahkaha daha arkamdan geldi. Beklediğim komut buymuş gibi aniden arkama döndüm. Annemi görmeyi umutsuzca istiyordum. Sarılmak, kollarına sığınmak istiyordum. Yıllar sonra sesini tekrardan duymak hayal edilemez gibiydi. Ağlamak istesem de kanım donmuştu.
"Beni görebilmek için çırpınma tatlı kızım. Seni sadece uyarmak istiyorum. Kendini suçlama benim güzel yavrum. Senin hiçbir suçun yok. Kendini harap etme."
Sesi o kadar yumuşak ve cezbediciydi ki içimdeki görebilme isteği ruhumdan taştı. Son cümlesi yankılanırken çıldırmış gibi kendi etrafımda dönüyordum.
"Anne, neredesin? Yalvarıyorum."
"Benim hiç kimsenin emri altına girmeyen başınabuyruk kızıma ne oldu? Kimseye yalvarma Iraz. Şimdi git artık. Daha fazla kalamazsın."
Yeniden o çekim hissine kapıldım. Sesim beyaz odada yutulmadan önce son kez haykırdım. " Hayır, hayır ne olur! Seninle kalmak istiyorum, ben-ben gitmek istemiyorum!"
Ancak annem cevap vermedi.
Sonrasında tekrar bedenimdeydim. Bedenimin altındaki çarşaf ve başımı koyduğum yastık somutlaştı ve ciğerlerime dolan havayı hissettim. Burun deliklerimden içeri oksijen üfleyen kanül burnumu gıdıklıyordu. Dayak yemiş kadar yorgunken bir o kadar da huzurlu ve hissizdim. Gördüğüm rüya gibi şey düşüncelerimi de uyuşturmuştu, kafamda sadece annemin sesi dolanıyordu.
Dikkatimi dağıtabilmek için odada bakışlarımı gezdirdim. Arda'nın kucağında apartmandan çıkarılıp sedyeye bağlanırken gördüğüm son şey uzaydaki yıldızlar ve gecenin karanlığını dağıtan ambulans ışıklarıydı. Şimdiyse pencerden dışarı baktığımda puslu havada süzülen güneş ışıklarının çatılara gölge gibi düştüğünü görüyordum.
Baş ucumdaki serum şişesinden çıkan hortum koluma saplı iğnenin ucunda son buluyordu. Rahatlamış hissediyordum; zehirden arınmış, temizlenmiş. Koluma saplı bu iğnelerden de arınmak istiyordum. Bakışlarımı dışarıya sabitlemiş dakikaların geçmesini beklerken yaklaşık on dakika sonra içeri doktor önlüklü, babam yaşlarında gözlüklü bir adam girdi.
"Uyanmışsın."
Gözlerimi tekrar pencereye sabitleyip zırvalayacağı şeyleri dinlememeye hazırlandım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHKÛM
Ficção AdolescenteGeceyi delip geçen, kulakları parçalayan tiz bir çığlık duyuldu. Bilinçaltından gelen seslerdi bunlar. Durdu. Koşmaktan nefesi tükenmişti. Gözlerinin önünde anıları tekrar canlanınca dizlerinin üzerine çöktü ve öne doğru eğilip öğürdü. Bir şey çıkmı...