• 6. Bölüm • KRİZ •

60 4 0
                                    

Multi'de Yağız. 

"Şu anda tam olarak yüzleşilemeyen ve içeriği görünemeyen herhangi bir olumsuz duygu, tamamen çözülemez. Arkasında mutlaka bir acı kırıntısı bırakır."

Kelimenin gerçek anlamıyla içinde bulunduğum durumu tanımlayan cümlenin altını çizdikten sonra kitabı kapattım ve kapağına tekrardan baktım.

2006 yılında ilk olarak basılmışlar arasında olan bu kitabın iç kısmında annemin ismi yazılıydı. Annemin düşüncelerine yön veren yazar Eckhart Tolle, şimdi benim düşüncelerimi yoğuruyordu.

Akıl danışabileceğim bir annem olmadığından onun okuduğu kitapları okuyup düşünce yapısını anlamaya ve sorularıma kendimi onun yerine koyup yanıt vermeye çalışıyordum. İçimde giderek büyüyen bu boşluğu ve belirsizlik halini yazarlara tutunarak gidermeye çabalıyordum ama işe yaramıyordu.

Gözlerimi daldığı noktadan koparmak için başımı iki yana salladım. Masanın üzerinde duran ve doldurmam gereken psikoloji ödevini görmezden gelerek çalışma odasından çıkıp aşağı indim. Yağız'ı def ettikten biraz sonra arkadaşlarım da sözümü dinleyip beni yalnız bıraktıklarından ev sessizdi. Şuan nerede olduklarını ya da benim aralıksız ders çalışıp da ödevimi hala yapmadığım 4 saat saatlik zaman diliminde ne yaptıklarına dair bir bilgim veya merakım yoktu.

Mutfakta kafama koca bardak suyu diktikten sonra yukarı çıkıp üzerimdeki pijamalardan kurtuldum. Dolabın kapağını açtım, içinden siyah pantolonum ve asker yeşili kazağımı alıp üzerime geçirdim. Kalın montumu da giydiğimde cebine para, telefon, kulaklık gibi şeyler tıkıştırdım ve aşağıya inip ayakkabılarımı giydim. Ders çalışmaktan bunalmıştım, İstanbul'un atmosferinde bulunmayan o temiz havaya ihtiyacım vardı; ciğerlerime egzoz ve sigara dumanını çekmeliydim.

Anahtarları da alıp evden çıktım. Sokak kapısından dışarı adımımı atmamla şehrin gürültüsü kulaklarıma doldu. Korna ve martı sesleri, hemen dibimizde olan sahilden gelen dalga ve insan seslerine karışıyordu. Esen rüzgar, fırtına habercisi, denizi coşturuyordu ve bu havada ne aradıklarını çözemediğim ailelerin çocuklarının kahkahaları inanın sinir bozucuydu.

Telefonumu ve kulaklıklarımı çıkardım. En iyisi müzik dinlemekti. Sert esen rüzgar saçlarımı birbirine sokup havada çığlık çığlığa dönen martıların konaklayabileceği kuş yuvasına döndürüyordu. Rüzgarda karla karışık yağmur vardı. Telefonun ekranı cebimden çıkardığım saniye ıslanmaya başlamıştı.

Metal Müzik listesinden rastgele bir şarkı açtım. Elektro gitarın kızgın sesi kulaklarıma doldu, müziğin ritmine uygun adımlarımla sahile çevirip siteden çıktım. Güvenlik klübesinden yaklaşık 100 metre sonra yürüyüş yoluydu.

İlk önce sakin ama hızlı adımlarla başladım, birkaç metre sonra zaten şiddetli olan rüzgar daha da şiddetlendi. Topuklarım beton zemine, dalgaların hemen dibimdeki kayalıklara vuruşu gibi hızlı ve sertçe vuruyordu. Durmak istemezcesine koşuyordum.

Öfkeli ve yorgundum. Hayatım aldığım nefesler kadar düzensizdi. Ve giderek daha da battığım hayatımı düzeltebilmek için elimden hiçbir şey gelmiyordu. Bağırıp çağırmak, her şeyi yıkıp dökmek, kırmak istiyordum. Gerilmiş yüz hatlarımla rüzgara karşı saatlerce koştum: ellerim, ayaklarım, yüzüm soğuktan hissedilmeyecek hale gelene kadar dakikalarca koştum ve sahilden çıktım.

Kalbim hiç duraksamadığımdan göğüs kafesimi delecek kadar hızlı ve hırslı atıyordu. Hırslı ve sinirliydim. Hayatımda kapana kısılmıştım, kuyruğu kıstırılıp kafese konunan ve üzerinde bir işe yaramayacak tonlarca deney yapılan fareler gibi hissediyordum.

MAHKÛMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin