MULTİMEDYA: KEMAL ERGELEN. ( IRAZ'IN BABASI)
Dini inançlarla ilgili yazdığım bölüm bir eleştiri değil. Karşı çıkma, inkar etme de değil. Kimseyi de yargılamıyorum. Sadece düşünceler.
Yaşamak için doğmuştuk. Hepimizin, bütün insanların yaşamak için bir nedeni vardı. Ve öldüğümüz zaman, bu neden elimizden alıyordu. Öldükten sonra bize ne oluyordu? Yok mu oluyorduk? Koca bir boşluğun içinde kayıp mı oluyorduk?
Bu sorular insanlık tarihinin ortaya çıkışından beri fikirleri kurcalayanlardı. Hatta inanışların bu merak konusu doğrultusunda oluştuğunu bile düşünüyordum. Yeryünde insanların çoğu Cennet ve Cehennem hayatının varlığına inanıyorlardı. Kimileri ruhumuzun belki bir kedi, belki bir çiçek ya da başka bir canlı halinde yeryüzündeki varlığını sürdürdüğünü söylüyordu. Buna Reenkarnasyon ya da Ruh Göçü adı veriliyordu.
İlk olarak Batı tarihinde ortaya çıkmış, daha sonraları Mısır, Maya, İnka gibi uygarlıklar tarafından kabul görmüş, benimsenmiştir. Ben ise neye inandığımı, inanacağımı bilmiyordum. Belgelerde 'Dini' yerinde İslam yazıyordu ancak mensubu olduğum dinin gereklerini yerine getirdiğimi sanmıyordum.
Cennet ve Cehennem inanışında, Cennet oldukça cazip, Cehennem ise bir o kadar ürkütücü geliyordu. İslamiyet için Cennet vaadi Allah'a ibadet etmek ve iyi bir insan olmaktı. Oldukça basit görünüyordu fakat insanın şevkleri ve arzuları, içindeki o karamsar dürtü her şeyi, tüm dengeyi alt üst ediyor; iyi bir insan olma yolunda önümüze bir engel çıkartıyordu.
Eğer bilinçli olarak bu engellere takılmaya devam edersen yerin Cehennemdi. Bana böyle öğretilmişti. Cehennem düşüncesi iliklerime kadar titrememe neden oluyordu, bu yüzden inanmayı reddediyordum.
Ancak Reenkarnasyon da beni tedirgin ediyordu. Öldükten sonra ruhumun ne olarak geri döneceğini bilmiyordum. Savunmasız, güçsüz bir canlı olarak dönebilirdim. Ve açıkcası sürekli bir hayat sürmek çok.. sıkıcı ve yorucu olurdu. Bir yandan da sevdiklerimizin hala bir yerlerde var olma fikri çekiciydi.
Kafam allak bullaktı. Bir Tanrı'nın varlığına inanıyordum, ruhani güçlerin ve bizim algılayamadığımız diğer şeylerin de var olduğuna inanıyordum. Ancak kafamda hala sabit bir fikir oluşturamamıştım.
Dinler çok nesnelleştiriliyorlardı, insanlar sabit fikirlere inanmaya ve dünyaya, inanışlara at gözlüğüyle bakmaya ısrarla devam ediyorlardı. Bana göre bir insanın inanışı daracık kalıplara sıkıştırılmamalıydı. Bütün dinlerin sürekli vurgu yaptığı noktaya, düzgün bir insan olmaya çalışıyordum fakat kimi zaman arzularım ve hırslarım düşüncelerimin önüne geçiyor ve üstüne vazife olmayarak beni yönetmeye çalışıyordu, ki bu zamanlar hayatımda çoğunluktaydı.
Son dört yıl içerisinde beni yönlendiren biri olmadığından kaptanı olmayan bir gemi gibi karayı bulmaya çalışıyordum. Çalkantılı ve fırtınalı bir denizde yörüngesini kaybetmiş bir tekne. Kendi kendimin hakimi olmam gerekiyordu. Bunun için çabalıyordum; yönetmeyi seven bir tiptim ve önce kendimi yönetmem gerekiyordu.
Nedense öleceğimi sandığım dakikalar aklımdan sadece bu fikirler geçiyordu. Ölmeden önce hangi 'Daraltılmış ve kısıtlanmış din' e ait olduğumu düşünüyordum. Çok kez ölüyor gibi hissetmiştim. Bana ne olacağını hep merak etmiştim ve o anlarda bu merak tavana vururdu. Daha önceleri karbonmonoksit zehirlenmesi geçirmiş, bisikletten düşüp bel kemiğimi kırdığım için hareket edemediğimden bir aradanın gelip beni ezeceğini sanmış ve ağlamaktan nefessiz kalıp bayılmıştım.
Bu seferki bayılma farklıydı. Hücrelerime dolan oksijenin kesintiye uğramasından dolayı değil başıma aldığım darbe yüzündendi. Bayılmak hoşuma giden bir durum değildi, bilincim kapandıktan ve tekrar açıldıktan sonra hissettiğim o boşluk çok sinir bozucu bir durumdu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHKÛM
Teen FictionGeceyi delip geçen, kulakları parçalayan tiz bir çığlık duyuldu. Bilinçaltından gelen seslerdi bunlar. Durdu. Koşmaktan nefesi tükenmişti. Gözlerinin önünde anıları tekrar canlanınca dizlerinin üzerine çöktü ve öne doğru eğilip öğürdü. Bir şey çıkmı...