Bölüm Dokuz

526 71 36
                                    

Ailelerimizden zorda olsa izin almıştık. Bize izin vermedikleri için diğer arkadaşlarımızla birlikte izin vermeleri için tüm gün etraflarında dolanıp baskı uygulamıştık ve sonunda bizden bezmişlerdi.

"Burası çok güzelmiş." Daha önce annelerimizle birlikte geldiğimiz yere gelmiştik. Belki izin vermelirindeki en büyük etkende aynı yere gitmek istediğimiz olabilirdi.

"Öyledir." Minho hyunga gülümseyerek cevap verdim. Yongbok'a baktığımda etrafa hayranlıkla baktığını gördüm.

Düzlük bir alan vardı ve etrafı çam ağaçlarıyla çevriliydi. İki toprak parçasını ayıran bir nehir vardı birde. Nehirin suyu bu aylarda çok soğuk oluyor olmalıydı. Biz daha önce yazın gelmiş olmamıza rağmen oldukça soğuktu.

"Neden bizi daha önce getirmedin buraya hyung?" Jeongin'e göz devirdim. Sanki zamanım vardı. Dört ay boyunca aklım yerinde değil gibi davranmıştım, hadi kalkın çocuklar kampa gidelim, diyecek değildim ya.

"Şimdi getirdim işte." Ona gülümsedim ve karavana girdim. Burası şehire göre daha soğuktu. Üzerime kalın bir ceket aldıktan sonra Yongbok içinde aldım.

"İşte." Getirdiğim ceketi ona uzatıp almasını bekledim. Bana gülümseyip elimdeki ceketi aldı. Soyong Teyze, Yongbok'un buraya gelmesine en son bir şartla izin vermişti ve o da burada yaşayan kuzeninin de -biyolojik olmasa da kuzeni- bizimle gelmesiydi.

İkisi bir şey hakkında konuşuyordu. Onları bölmek istemediğim için sessizce Yongbok'un yanında bulunan sandalyeye oturdum.

Birbirimize çok geç kavuşmuştuk ama hiç kavuşamamaktan iyiydi. Neşeli neşeli konuşmalarını, asla kesilmeyen kahkahalarını, üzülse bile gülümsemeye devam eden yüzünü, sinirlense bile asla sesini yükseltmemesini, sürekli pozitif olan kişiliğini, aslında sadece bunlar da değil, ben onun her şeyini özlemiştim dile kolay dört ayda.

Sandalye koluna dirseğimi yaslamış, yüzümü de avucum arasına almış bir sekilde onu izliyordum yaklaşık on dakikadır. O ise hâlâ farkında değildi.

Farkına varmasını sağlayan şey konuşurken sürekli gözleri bana kayıp gülümsemesini büyüten Chan hyungun parmağı ile beni işaret etmesiydi.

Yongbok bana döndüğünde yüzümdeki minik gülümsemeyi genişleterek ona bakmaya devam ettim. O da gülümsemiş ve geri Chan hyunga dönmüştü ama ara ara bana bakıyordu.

"Hyunjin gel bana yardım et hadi!" Bana bağıran Jisung'a bakıp iç çektim. Ayağa kalktığımda Yongbok'da bana bakmıştı. Elimi saçlarına koyup karıştırdım ve Jisung'un yanına ilerledim.

"Neye yardım edeceğim?"

"Hadi hadi, hava kararmadan odun toplamamız lazım." Hızla konuştuğunda omuzlarımı silktim.

"Yongbok ile gitmem gerekmez mi? Onunla gideyim." Gözlerimi kırpıştırarak ve ellerimi de birleştirmiş bir şekilde ona bakıyordum. Kabul etmeliydi.

"Hiç sevimlilik yapma. Onu tehlikeye atmak istemiyoruz hiçbirimiz." Kaşlarımı çatarak ona bakıyordum şimdi.

"Yanında ben olacağım, bir şey olmaz." Başıma vurduğunda bende eline vurdum. Şu an Yongbok olmasa saçlarına yapışırdım ama kendimi Jisung için sevgilime rezil edemezdim. Özellikle şu an rezil anlarımı hatırlamazken yenilerini de ekleyemezdim.

"Biz yanında sen olacağın için daha çok korkuyoruz. Senin aklın beş karış havada. Hadi çok konuşma, şimdiye gidip gelmiştik." diyerek kolumu tutmuş ve beni çekiştirmeye başlamıştı.

Hızla çekilirken Yongbok'a baktım. Göz göze geldiğimizde gülümseyerek el salladım. O daha elini kaldıramadan ağaçlar arasında görüş açısından çıkmıştık.

"Tamam çok uzaklaşma. Sorunsuz başımıza sorun çıkarmayalım." Yerdeki çalılardan alıp onun kollarına çizmeye başladım.

"Neden ben taşıyorum hepsini?" Bana kaşlarını çatarak bakması umrumda değildi.

"Bende alacağım herhâlde, değil mi? Elimi kolumu sallayarak boş elle gitmeyeceğim kamp yerine salak." Eline daha fazla çalı koyarak önünü görebileceğinden emin oldum.

"Ya acıma bana hiç, daha fazlasını koy..." Onu duymazlıktan gelerek bende ellerime alabildiğim kadar fazla aldım. Jisung ise hâlâ bir şeyler demeye devam ediyordu.

"Jisung sus artık. Sesin beynimin içinde yankılanıyor, yeter." Jisung omuzlarını silkmiş ve konuşmaya devam etmişti.

"Başımı şişirdin artık sus." Kamp yerine ilerlerken onun sesini bastıracak şekilde konuştum.

Kamp yerinden çok uzaklaşmadığımız için gelmemiz de kısa sürmüştü. Ama biz gelene kadar Jisung asla susmamış ve ben sus dedikçe konuşmaya devam etmişti. Her seferinde daha hızlı konuşuyordu.

"Kurtarın beni!" Kamp yerine geldiğimizde elimdeki çalı yığınını kenara atarak arkadaşlarımın yanına koştum.

"Hey, bir sorun mu var? İyi misiniz?" Changbin hyung konuştuğunda hemen arkasına koşup saklandım. Gerçi beni saklayamıyordu ama olsun.

"Hyung, Jisung bir türlü susmadı. Aah! Başım çatlıyor." Ellerimi başıma atmış ve baskı uygulamaya başlamıştım.

"Abartma be!" Başım cidden ağrıyordu. Onun çenesine hiç kimse dayanamazdı.

"Ya bir de konuştuğunu kabul etmiyor. Bır bır bır, bir susmadı. Hep konuştu." Kendimi karavanın içine atıp arka tarafta kalan çift kişilik yatağa yattım.

Önümüzdeki üç günün bu kadar zorlu geçmemesini umabiliyordum sadece ve ummakla da kalmak istemiyordum. Koskoca üç günü baş ağrısıyla geçiremezdim. Ben buraya sevgilimle vakit geçirmeye gelmiştim, Jisung'la uğraşmaya değil.

The Future Of The Past | HyunLixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin