Bölüm Yirmi Bir

311 48 34
                                    

İki gün geçmişti. İki gündür aynı binada oturuyordum öylece. Ne yemek yiyor ne de sıvı tüketiyordum. Sadece birkaç saat uyuyabilmiştim. Gözyaşlarım bile akmıyordu artık. Herkes burada olduğumu tahmin edebiliyordu ama kimse gelemiyordu.

Yongbok sanmıştım onu. O kadar umutsuz bir durumdaydım ki gördüğüm rüyanın da umuduyla onun Yongbok olup olmadığı hakkında hiç kafamı yormamıştım. Aralarındaki farkları görebiliyordum ama üzerine düşünmüyordum.

Sesinin eskisinden daha kalın olmasına rağmen görmezden geliyordum. Boyu sanki birazcık daha kısaymış gibi gelse bile önemsemiyordum. Yüz hatlarında pek bir fark olmasa bile daha küçük olmasını tuhaf bulmamıştım hiç. Onun hep Yongbok olduğunu düşünmüştüm. Buna inanmak istemiştim. Öğrendiğimdeyse sorgulamadığım için kendime kızıyordum. Hep sorgulamaktan kaçınmıştım, bir nevi benimde suçum vardı ama her şeyi onların üzerine yıkmak kolayıma geliyordu. Farkında olduğum şeyi inkâr etmek bile şu durumumu kurtaracakmış gibi davranıyordum. Bunun bilincindeydim ama yaptıkları ağır geliyordu.

Annem, annem gibi gördüğüm Soyong Teyze, her zaman bana destek olan arkadaşlarım ve Felix.. hepsi beni göz göre göre kandırmıştı. Duygularımı altüst etmişlerdi. Sanki yaptıkları çok normal bir şeymiş gibi davranmışlardı.

Bana bunu yaparlarken empati kurdular mı çok merak ediyordum. Bir kez kendilerini benim yerime koymuş olsalardı eğer anlarlardı şu an ne hâlde olduğumu. Sevgilimi kaybetmiştim ben. Onun yükünün ağırlığıyla yaşıyordum zaten, her ne kadar gelmeyeceğini düşünsem bile rüyamın verdiği umutla aylarca beklemiştim gelmesini. Kendimi yaşatmak için bir yöntem bulmuştum kendimce.

Derin bir nefes alıp sırtımı duvara yasladım. Buradaki ikinci gecemde bitmek üzereydi. Bu süre boyunca durmadan düşünmüştüm. Acaba yanlış mı yapıyorsun Hyunjin, diye; durmadan soruyordum kendime. Ama kendime verebildiğim tek cevap hep aynı oluyordu.

Haklıydım ben. Bu sonuca kendimi haklı çıkarmaya çalışarak da varmıyordum. Bana kurmalarını beklediğim empatiyi, aynı şekilde onlar için de kendim kurmaya çalışıyordum. Ben onlar yerinde olsaydım eğer; Felix'in kaybettiği bir sevgili rolüne, sanki oymuşum gibi girer miydim? Hiç sanmıyorum.

Çevremin benim için endişelendiğini biliyordum, bir çıkmaza girdiğimin o zamanlar da farkındaydım. Ben kendimi resmen kaybetmişken benim için elbette endişeleneceklerdi. Bu olduğunca doğal bir şeydi. Benim için endişelenmekte de haklılardı. Bende çevremden birisi bu duruma düşse endişelenirdim ama anlamaya çalışmakta önemliydi. Bu tarz aptalca girişimlerde bulunmaya gerek yoktu.

Bunu olgunca karşıladığımı da düşünüyordum sonuna kadar. Kırıp dökmek, bağırmak veya anneme ve arkadaşlarıma sırt çevirmek istemiyordum. Sadece biraz daha kendime zaman ayırarak düşünmek istiyordum, ayrıca onların da yaptıkları şeyin ağırlığının farkına varmalarını.

Arkamda devireceğim bu iki gündeyse en çok düşündüğüm şeylerden birisiyse, Felix'in annesiyle yaptığı konuşmaydı.

"Senden nefret ediyorum! O kadar kötü bir insansın ki beni sen büyütmediğin için neredeyse mutlu olacağım. Şu an yas tutmam gerekirken senin yüzünden onu bile yapamıyorum. Tek yapmış olduğun beni kardeşimden ayırmış olman. Yongbok'la aramıza mesafe koyduğun için, beni verdiğin için senden nefret ediyorum. Ona anlatmama bile izin vermiyorsun! Karşısına geçip ben Yongbok değilim diyememek ne kadar canımı yakıyor bilmiyorsun. Sadece bana zarar verdiğini fark edemiyor musun gerçekten?"

Felix'i doğru düzgün suçlayamıyordum bile. Bana söylemek istemişti. Gerçeği söylemek istemişti ama istemekle de yetinmemeliydi. Söylemeliydi bana. Yapmış olduğu bu şeyi pekte isteyerek yapmış gibi görünmüyordu. Dinlemeden kendimce yargılayıp, yalnız başıma kafamda sonuçlara varmak istemiyordum. Birilerini dinlemeliydim ama dinlemek istemiyordum.

The Future Of The Past | HyunLixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin