Bölüm Yirmi İki

300 45 30
                                    

Felix gittikten sonra yerimden bile kalkmadan öylece Kore'yi izlemiştim. Zaman ilerledikçe yanan ışıklar birbir sönmüştü.

Eskimiş koltuğun üzerindeki kabı görmemde epey zaman almıştı. Onu oraya ne zaman koymuştu bilmiyorum bile. Yerimden kalkarak oraya yaklaştım. Kabı kaldırdığımda zaman altındaki mektubu da görmüştüm. Mektubu da elime alarak kendimi koltuğa bıraktım. Üzerinde Hyunjin'e yazıyordu. Ve Felix'in bıraktığı çok açıktı.

Etrafıma koltuktan çıkan tozlar saçılınca minik bir öksürük krizi sarmıştı. Öksürüklerim arasında yanımdaki pet şişeden hızlıca su içtim. Cidden çok susamıştım ve bunu yeni fark ediyordum. Bu kadar yoğun düşünceler arasında bunu fark etmemem pekte enteresan gelmiyordu.

Kabın ağzını açarak içindeki yemeğe baktım. Karın doyurucu duruyordu. Normalde olsa sadece görüntüsü bile karnımı doyuracak olsa bile kaç gündür açtım ve şu an görüntüyle yetinebilecek değildim.

Acele etmeden yemeğimi yemeye başladım. Zavallı midem, günler sonra yemek bulmanın tadını çıkarıyor olmalıydı. Benim yine ve yine imdadıma yetişen kişi, git dediğim Felix'in kendisiydi.

Kendimi kötü hissetmeme sebep oluyordu. Gitmesini söylemiştim ama bunu anlayamadığım bir şekilde istemiyordum da. Felix'te yaralıydı benim gibi. Onunda acıları vardı.

Ben onun yoluna çıkmak istemiyordum. Tamam, gitmesini istemiyordum ama bunu ona yapamazdım. Onun olması gereken yer burası değildi, Avustralya'ydı. Hayatını benim için değiştirmesini istemiyordum. Onlar biyolojik ailesi olmayabilirdi fakat aile olmak için biyolojik kelimesi de çok saçmaydı. Onu teyzesi doğurmuş olmasa bile, bunca zaman ona annelik yapan oydu. Şimdi Avustralya'da yaşayan ve onu bekleyen bir ailesi varken ona mâni olmazdım.

Yemeğimi bitirdiğim zaman kabı koltuğun üzerine bırakarak mektuba baktım. Olursam duygularımın birbirine gireceğini biliyordum. Buna rağmen kararsızdım okumakta. Okumam gerekiyor gibi hissediyordum. Okursam onun gitmesini engelleyeceğimi de biliyordum. Gerçi şu an bir tarafım bu mektubu okumadan bile gitmesini engellemek istiyordu.

Yanımdaki küçük çantayı kucağıma alarak derin bir nefes aldım. İçini açtığım zaman birkaç parça kıyafet beni karşılamıştı.

En üstteki kıyafeti elime aldığım zaman, onun Yongbok'un odasında giydiğim ve geri getireceğime söz verdiğim tişört olduğunu gördüm. Yıkamıştım kıyafeti ama geri götürmeyi unutmuştum. Rahat olmam için bir eşofman altı da vardı. Ve soğuk geceler için hırka.

Başımı geriye yaslayarak tekrar derin bir nefes aldım. Bu yanlıştı. Ona hisler besliyor olmam çok yanlıştı. Bu hisler, Yongbok'a ihanet ediyormuşum gibi hissettiriyordu.

Aralarındaki farkları ayırt etmek gerçeği öğrendikçe benim için daha kolay hâle geliyordu. Felix, Yongbok'a göre daha çekingendi. Yongbok daha renkli bir kişilikti. İnsanlardan çekinmezdi, onlarla tanımadığı birisi olsa bile sıcak sohbetler kurardı. Nerede olursa olsun çekinmeden tensel temasa girerdi. Yapacağı şeylerden asla çekinmezdi. Felix ise parkta öpüştüğümüz gün insanların görebileceğinden utanmıştı.

Elimdeki eşofman altını ve tişörtü hırkanın üzerine geri koyarak yerimden kalktım. Işıklar söndüğü için etrafı görmek pek kolay olmuyordu ama zorla da olsa yerime ilerleyip oturdum. Tek tük ışıklar yanıyordu. Bense elimde tuttuğum mektubu okuyup okumamak arasındaydım hâlâ.

Bu karanlıkta okuyamazdım ama telefonumun ışığı olduğu aklıma geldikçe kendimi tutamıyordum.

Zaman ilerledikçe ve düşünmeye devam ettikçe merak duygusu daha da sarıyordu içimi. Ne yazdığını merak ediyordum. Korkumsa, okuduğum zaman onu yolundan döndürebilme ihtimalim olmasıydı. Bunu ikimiz içinde istemiyordum. Birbirimizden uzak kalmak belki bize daha iyi gelirdi. Mektuba öylece bakıp düşünmeye devam ederken yorgunlukla gözlerim kapanıyordu.

 Mektuba öylece bakıp düşünmeye devam ederken yorgunlukla gözlerim kapanıyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Yerimden kıpırdandığımda boynuma saplanan acı ile elimi boynuma attım. Enseme doğru oluştururken oturuşumu düzelttim. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.

Kendime biraz daha gelirken yerimde esneyip dikleştim. Boynum ağrıyordu.

Ayaklarımı uzatıp elimi masaj yapmak için üzerine koyduğumda sıkıca tuttuğum mektup görüş alanıma girdi. Felix'in yazdığı mektubu okuyup okumamak adına kendimle savaş verirken uyuyakaldığım aklıma gelmişti şimdi.

Başımı kaldırarak güneşe baktım. Öğle vaktini çoktan geçmişti, güneşten bunu tahmin edebiliyordum ama kaç olduğunu kestiremiyordum.

Felix bugün gidecekti ve ben bundan korkuyordum.

İçimi çekerek kendimle boğuşmayı bıraktım ve mektubu açtım bir hızla. Daha fazla dayanamıyordum gerçekten.

Hyunjin;

Biliyorum seni çok kırdım, bunu eski hâline getirmem de mümkün değil. Sen bunu okurken belki çoktan gitmiş bile olabilirim. Gittiğim için bana kızar mısın bilmiyorum ama yapmam gerekiyordu. Kendimi suçlu hissediyorum her şeye karşı. Sana yalan söylemeyi hiç istemedim başından beri. Bunu yapmaya başlarken de senin için başladım. İnan bilemezdim sana karşı hisler besleyeceğimi. Eğer böyle bir şeyi bilseydim, seni de çıkmaza sokacağımı bilseydim beni gözden çıkarmış bir ailenin yanına gelmezdim. Buraya gelmemdeki tek amaçta ikizimdi. Hiç istemeyeceğin bir şekilde girdim hayatına, özür dilerim senden. Böyle aptalca bir tartışmada duymanı da istemezdim. Ne kadar zor olduğunu bilsem de sana kendim anlatmak istiyordum. Birçok kez kendimi buna hazırlamıştım bile. Bundan daha kötü sonlara bile hazırlamıştım kendimi. Kötü bir şekilde ayrılıyor olsak bile sana veda etmeyi çok istiyorum. Bunu başarabilecek miyim bilmiyorum ama gitmeden önce en azından sesini bile duymak istiyorum. Umarım bunu başarmışımdır ve o uçağa bundan daha iyi bir ruh hâliyle binerim. Sadece senden istediğim tek ve şey var. Biliyorum, bu haddime değil ama çantanın en altında senin için bıraktığım bir şey var. Eğer bilmek istersen diye, uçuşum 14:45'te.

Seni sevdiğim için, bizden özür dilerim.

Sevgilerimle Felix.

Gözlerimi silerek mektubu kalbime, tam da öptüğü yere bastırdım. Başarmıştın Felix, sesimi duymaktan daha fazlasını yapmıştın. Bunun şimdi sende farkındaydın. Yerde öylece duran telefona koşup açmaya çalıştım.

Şanslıydım ki azda olsa saati göreceğim kadar şarjım kalmıştı. 13:08'di saat. Buradan havaalanına yetişemezdim büyük ihtimalle. Ama şansımı deneyecektim.

Ayağa kalktığım zaman gördüğüm çantayla mektubun aklıma geldi. Hızla ona ilerleyerek içindekileri çıkardım aceleyle. İlk karşılaştığımız ve onu Yongbok sandığım zaman giydiği tişört vardı.

Felix her şeyinle kalbime işliyordun. Sana daha fazla kapılmaktan korkarken ben, sen yine beni kendine kaptırtıyordun. Bu yükün altından kalkamamak korkutuyordu beni.

The Future Of The Past | HyunLixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin