Bölüm On İki

431 58 94
                                    

"Hyunjin yürümeye çıkabilir miyiz? Çok sıkıldım." Yongbok'un bana yönelttiği soru ile okuduğum kitabın arasına yerimi belirtmek için ayracı koyup bakışlarımı ona yönelttim.

"Çıkalım." Ayağa kalktığımda okuduğum kitabı sandalyeye koyarak ona baktım. Gülümsediğinde bende ona gülümsedim.

"Ben Chan hyunga haber vereyim önce, merak eder sonra." Chan hyungun çadırına doğru ilerlediğinde bende bizimkilerin yanına ilerledim.

"Felix nereye gidiyor?" Arkamda uzaklaşan Felix'e baktılar. Bende dönüp ona baktıktan sonra geri önüme döndüm.

Ona Felix demek beni tuhaf hissettiriyordu. Arkadaşlarımın çabuk alışmış olması da oldukça şaşırtıcıydı. Ama sanırım onun duymak istediği de buydu. Sonuçta hafızasını kaybetmişti ve o süre boyunca hep Felix diye seslenilmişti, şimdi Yongbok'ta ona tuhaf geliyor olmalıydı.

"Chan hyungun yanına. Yürüyüşe çıkacağız birlikte, haber vermeye gidiyor." Minho hyung başını sallamıştı.

"Dikkatli olun. Telefonlar çoğu bölgede çekmiyor o yüzden fazla uzaklaşmayın." Bu sefer ben onaylamak anlamıyla başımı salladı.

"Biliyorum hyung, zaten ses mesafesinden uzağa gitmeyiz. Bir şey olursa bağırmanız yeterli." Gülümseyerek söylediğimde başıma yediğim şaplak ile şaşkınca Minho hyunga baktım.

"Hey, ben neden şimdi başıma beyin hücrelerimi öldürecek bir darbe yedim?" Minho hyung gözlerini devirdiği zaman kaşlarımı çattım.

"Hey aptal, neden yedin biliyor musun? Biz burada kamp alanındayız ve altı kişiyiz, yani birbirimize bakabiliriz. Ama siz, koskoca ormanda ikiniz yalnız başınıza olacaksınız. Dikkatli olması gereken piliçler siz ikinizsiniz. Felix'e dikkat et." Kaşlarımı çattım, bu sefer gerçekten sinirle çattım.

"Siz hepiniz ona neden Felix diyorsunuz ki? İsminin Yongbok olduğunu biliyoruz." Jeongin yanımıza gelerek konuşmamıza atladı.

"Felix diyoruz aptal çünkü bunca zaman Avustralya'da kendisini Felix olarak bildi ve hep öyle hitap ettiler. Şimdi bizim ona Yongbok dememize alışıyor. Tanrı aşkına hyung, kör müsün? Bazı zamanlar seni anlaması için ona iki kez Yongbok diyorsun. Ona zaman tanıman gerekiyor, en azından hatırlayana kadar." Haklıydı. O kadar haklıydı ki ağzımı açıp bir şeyler diyemiyordum.

Yongbok o yıllanmış yıkık dökük ama birçok anımızın saklandığı apartmanda kim olduğunu bilememişti. Yongbok olmadığını söylemişti. Çünkü günlerce, aylarca kandırılmıştı. Bir süre boyunca ne olduğu belli olmayan bir evcilik oyununun içinde olduğunun bile farkında değildi. Unuttuğu kimliğinden yararlanmışlar ve onun kendi ailelerinin bir parçasından olduğuna inandırmışlardı. Gerçeği öğrendiği zaman nasıl bir yıkım olmuştu onun için belki de.

Aynı hissi hissetmiş miydi? Babasının Lee Sungyeon olması onun için en büyük şanssızlıktı. O adam hayatını yalanlarla süslerken, Yongbok hep inanmayı seçmişti.

Dışarıdan çok narin, kırılgan, kendini koruyamayan minicik birisi gibi görünse de içinde çok güçlü bir insan vardı. Ruhu güçlüydü. Ayrıca tekvando biliyordu ve sizi tanrınıza kavuşturabilirdi.

Kitap kapakları insanları hep yanıltmıyor muydu zaten? Özetini okuma gereği bile duymadan sadece kapağını beğenerek aldığımız bir kitap, bazı zamanlarda bir yıkım olabiliyordu. Anlaşılmaz kelimeler, güzel betimlenmemiş parağraflar, ana karakterin bile anlatılamadığı bir kitap...

Kitap kapağına aldanarak aldığım bir kitabı eve gelince okumaya başladığım zaman daha ikinci bölümden sıkılmaya başlamıştım. Kapağına göre o kadar ağır bir kitaptı ki eski sözcükler bol bol kullanılmış ve benim kitaptan hiçbir şey anlamamam da çıldırmama sebep oluyordu.

The Future Of The Past | HyunLixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin