Ruhumuzdaki Anlam

176 371 0
                                    

İki gün geçmişti bir rüyanın içinde yaşayalı. Bu kısa zaman içerisindeyse oluşan tüm yaralar neredeyse silinmiş gibiydi. İnsanlığın ruhuna yalnızlığın iyi geldiğinin doğruluğunu fark etmiştim o an çünkü insanın kendiyle yüzleşebilmesi için önce içindeki o sesi dinlemesi gerekirdi.

Güneş ışığının altında bahçede adımlarken gözlerim dün ektiğimiz çiçeklere takılıyordu. Varlıklarıyla bahçeye ayrı bir güzellik bahşetmiş gibiydiler. Her biri birbirimize verdiğimiz sözleri anımsatıyordu ve biz sözlerimizi tuttuğumuz sürece onlar da ilk günkü gibi kalacaktı. Kopan fırtınalara, çakan şimşeklere, bardaktan boşalırcasına üzerlerine yağan yağmurlara ve daha nicelerine inat dimdik ayakta duracaklardı. Çünkü onları köklerine bağlayan şey bizim aramızdaki bağdı. Bu güçlü bir bağsa onların her daim yaşama tutunmasını sağlayacaktı. Varlığımız yeryüzünden silinse bile ayakta kalmaya devam edeceklerdi. Bunun sebebiyse ölümün bile bazı bağları koparamamasıydı. Bu yüzdendir ki bizim sevgimiz bir ebediyet değerinde olacaktı.

Tüm bu düşüncelerimi bir kenara bırakarak arabaya binmiş, Sema'yı beklemeye başlamıştım. Gözlerim onu ararken bir yandan da buradan ayrılacağımız için tuhaf bir hisse kapılmıştım. Çoğu zaman içimdeki kabuklu yaraları kanamasını geçirmek için buraya gelmiş olsam da bu kez farklı bir anlama ev sahipliği yapmıştı. Bu kez kötü anıların sahibi olmak yerine uzun bir süreden sonra ilk defa iyi hatıralara yer açmıştı. Bunuysa Sema'ya borçluydum.

O günkü heyecanı zaman geçtikçe daha da derin bir anlam kazanıyordu zihnimde. Kendi acılarının da üzerinde benimkilerle birlikte toprak örtmüştü. Bir nevi yere çiçeklerle birlikte acılarımızı da gömmüştük ki şimdi faydalı ve güzel bir şeye dönüşmesini izliyorduk.

Sema'nın görüş alanıma girmesiyle birlikte aklımdaki tüm düşünceler kenarlarına kaçışmışlardı. Arabada yerini alınca Oğuz'un yanına doğru sürmeye başlamıştım.

"Şu iki gün o kadar hızlı geçti ki zamanın farkına bile varamadım." Bu söylediklerini onaylarken aklıma gelen düşünceyle gülümsüyordum.

"Şimdi Oğuz'u izle sen. Sana kurulmuştur iyice. Artık başının etini yer binbir türlü." O da gülümsemişti bu söylediklerime. Ciddiye almıyor olsa da Oğuz'un başta onu sinir etmeye çalışacağına adım kadar emindim.

"Zaten bizim için o kadar çabalayan Oğuzdu. Şimdi öyle bir şey yapacağını zannetmem. Hem sana o kadar yardım ettiği halde neden onu kötülüyorsun ki?" Yüzümdeki alaycı gülümsemenin oluşmasına engel olamamıştım.

"Sen onu daha tanımıyorsun. Oğuz ile o kadar zaman geçirdim ben. Nasıl çirkefleşebileceğini çok iyi biliyorum." Kaşlarından biri havalanırken ne demeye çalıştığımı sorguluyordu. "En fazla ne yapabilir ki?" Sorusuyla birlikte omuzlarım havalanmıştı bilmediğimi belli edercesine.

"Oğuz bu. Sağı solu belli olmaz." Söylediklerime başta inanmasa da şimdi hafiften bir ürpermişti. Bunu hissettiğimde elimi elinin üzerine yerleştirdim moral verircesine. "Oğuz seni sevdiğine göre iki, üç cümleden fazla başının etini yemez." Kendime acır gibi bir tavır takındıktan sonra konuşmama kaldığım yerden devam etmiştim. "Bir de beni düşün. Bunca yıl onunla yaşadım ve bu hallerini hep çektim. Ayrıca şu anda gittiğimizde muhtemelen senden çok bana saldıracaktır. Asıl hedef ben olduğum için rahat olmalısın yani." Yönümü tekrar ona döndüğümde eskiye kıyasen daha rahat gözüktüğünü fark etmiştim. Bunun rahatlığıyla önüme dönüp kısa bir sürede eve gelmemizi sağlamıştım.

Aracın evin önünde durmasıyla birlikte aşağıya inmiştik. Uzun zamandır uğramadığımız bu yerin sessizliğe sahip olduğunu fark etmemizle birbirimize bakmamız bir olmuştu. Elimdeki anahtarla bizim eve yönelmiştim. Kapıyı açtığım anda içeriden Oğuz ile Sude'nin gülme seslerini işitmiştim.

Günahın Gölgesindeki MeleklerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin