İnsanlar deli diyordu bana, tuhaf diyorlardı; tımarhaneden kaçtım sanıyorlardı. En azından üzerimde dolaşan gözlerden anladıklarım bunlardan ibaretti ve gariptir ki, tüm bu bakışlara neden olan sırıtışım ufala ufala silinip gitmek yerine daha da büyüyor, güçleniyordu.
Mutluydum. Gülecektim tabii, sırıta sırıta bir hal olacak, gerekirse yolun ortasında göbek atacaktım. Belki bana bakan o gözlerle bir olup halay bile çekerdim. Kim ne diyebilirdi, mutluydum ben.
Önüne geldiğim kafenin kapısını da bu mutlulukla açtım. Gözlerim O'nu aradı. O'na yürüyen ayaklarımın, O'nu tadacağını bilen gözlerimin, O'na çarpan kalbimin ben de yarattığı etkiyi görsün istedim.
Kıpır kıpırım. Kıpır kıpır...
"Hoş geldin, Jongin. Nasılsın?"
Evet, tüm mutluluğum puf oldu, söndü gitti.
Chanyeol...
"Ah, geldin mi?"
Evet, tüm mutluluğum yeniden geldi. Pembe güller açtı yüreciğimde.
"Geldim." Dedim hemen. O'na adımladım. Arkasında durduğu tezgaha ilerledim de anında ellerime yaslandı başım, seyre daldım güzel sıfatını.
Kyungsoo...
Kyungsoo utandı. Bakışlarını kaçırdı. Kızardı. Sağlam durabilmek için oldukça çaba sarf etti.
Yanaklarım ağrıyor.
"Tebrik ederim, Jongin. Sizin adınıza sevindim."
İçim sıkıldı yine. Kara bulutlar çöktü.
Chanyeol...
"Jongin, kendine gel. Bana bak. Jongin!"
Bileğimden yakaladı Kyungsoo. Kaşla göz arası yanı başımda bitivermişti. Teni tenime değiyordu. Bileğimi kavrayan parmakları, parmaklarıma naz yapıyordu onlara tutunmak için. Gökyüzümde güneşler açtı. Çiçekler açtı bahçemde, şu soğuğu sert kışın ortasında.
"Al şu listeyi de bir an önce işine dön, hadi." Dedi Kyungsoo. Avcuma katlanmış kağıt parçası tutuşturdu. Parmaklarımda biraz oyalanıp ayrıldı benden. Daha da yanımda durmadan tezgahın arkasına pıtı pıtıladı. Nereye bakacağıma şaştım. Arkasından izlesem parmaklarımın hatırı, parmaklarıma dalsam gidişinin hatırı kalırdı.
"Gitmeden bir şey almak ister misin?" Diye sordu Chanyeol. Rahat vermiyordu. Onunla muhatap olmak istemediğimi açıkça belli ediyor olmama rağmen -az önce üstüne atlayacak kıvama geldiğimi saymazsak, pes etmiyordu.
Kyungsoo'nun arkasından baygınlaşan gözlerimi öfke parıltıları doldurduğunda pes eden ben oldum. Chanyeol'e döndüm. Dudaklarım yarım daire misali aşağı büküldüler, sıkkınlıkla ve alayla ona baktım. Anlayışlı ihtiyar bakışları üzerimde gezindi. Biraz da gülümsedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Red Lips || KaiSoo
FanfictionYalnızca dudakları görünüyordu. Yalnızca o kırmızı, kıpkırmızı dudakları... Ruju dağılmış kırmızı dudakları...