~Mert günlüğü okuduğu sırada Umut ve diğerlerinin başından geçenler~
Umut, Zeynep ve Ahmet şehire yaklaşıyordular. Şehire girdiklerinde hiçbir varlığa rastlamadılar. Ne insana, ne de aylaklara... Buraya asıl gelme amaçlarını tamamlamak için hazırlığa başladılar. Benzin bulmak için her yeri didik didik aradılar ama aradıkları sırada karşılarına aylaklar çıktı. Bunlara fark edilmeden benzin bulmaları gerekiyordu. Yavaş ve sakin bir şekilde benzin aramaya devam ettiler ama hiçbir şey bulamadılar.
Pes etmediler ve aramaya devam ettiler. Umut gözlerini bir tıra dikti. Daha doğrusu bir tankerdi ama içinde benzin olup olmadığına o kadarda emin değildiler. Umut, diğerlerine burda kalmasını söyleyerek tankere yaklaştı. Tankerin dibine geldiğinde; tankerdeki küçük musluğu açtı ve musluktan benzin akıyordu. Umut, diğerlerinede buraya gelmelerini işaret etti. Yanlarında getirdikleri şişelere benzin doldurmaya başladılar. 10 litre kadar benzin depolamışlardı ama bu onları uzun bir süre idare edemezdi. Gitmek için etrafı kolaçan etmeye başladılar. Uygun bir yer buldular, orada pek fazla aylak yoktu ve oraya doğru ilerledikleri sırada karşılarına üç kişi çıktı. Pek dost canlısı tiplere benzemiyordular ve ellerindeki silahları onlara doğrultuyordular.
İçlerinden biri söylemeye başladı:
"Vay vay vay... Burda ne varmış?""Bizden ne istiyorsunuz?" Diue söylendi Ahmet.
Ve yine aynı kişi konuştu.
"Silahlarınızı ve çantalarınızı bırakın, sizin hayatınızı bağışliyayım.""Ulan oruspu çocuğu! Sen kimin hayatını bağışlıyorsun?" Diye kükredi Umut.
Ve yine aynı kişi konuştu:
"Sen fazla kaşınıyorsun, acımadan sıkarım kafana.""Sık! Bakalım ne oluyor?" Umut tehtidlere aldırış etmeden konuşuyordu.
İçlerinden biri, lider olsa gerek çok fazla sinirlenmişti ve silahını Umut'un kafasından hiç indirmiyordu. İki gurupta birbirlerine silah tutuyordu, ortam çok gergindi. Ve lider olan silahını atarak Umut'a bir teke tek dövüş meydan okudu.
"Gel lan bura! Biraz seni kaşıyayım," diyerek silahını attı ve yumruklarını sıkarak Umut'a doğru tuttu.
Oldukça iri iri kaslı olan birisiydi ve nerdeyse Umut'un iki katı kadardı. Zaten Umut pek iri birisi değildi. Lider olan herif, Umut'a hızla yaklaşıyordu ve yumruğunu sıkarak Umut'un suratını hızlı bir şekilde geçireceği sırada Umut son anda yana hafif kayarak yumruğun ona teğet geçmesini sağladı. Lider olan herif neye uğradığını şaşırdı ama hızlı bir şekilde kendini yeniden toparlayarak ikinci bir yumruk atmaya hazırlandı ama Umut bu sefer adamın yumruğunu tuttu ve kolunu çevirmeye başladı. Acı çeken adam diz çöktü ve kolunu tutmaya başladı.
Umut hâlâ adamın kolunu bırakmıyordu ve en sonunda kolunu bıraktı ve suratına sert bir yumruk attı. Adam yere yığılmıştı ve neye bulaştığını anlamıştı. Umut ve lider olan adam kavga ettikleri sırada bir birlerini silah tutan iki gurup bir sakinleşmişti ve Umut'un kazanması ile bir şey olmadan iki gurubun dağılmasını herkes düşünüyordu ama yenilgiyi kabullenemeyen lider silahını çıkardı ve ona arkasını dönmüş olan Umut'a tam ateş edeceği sırada Ahmet ondan hızlı davrandı ve lideri kafasından vurdu.
Silahların konuşması ile diğer iki adamda Ahmet'e ateş edeckleri sırada Zeynep hızlı bir haraket ile birisi vurdu ve birisinide yaraladı. Ama yaralanan tek kişi o değildi. Ahmet'e yaralanmıştı. Pek ağır olmasada Ahmet'in omzundan kurşun sıyırıp geçmişti. Silah sesleri ile sokaklardan aylaklar çıkmaya başlamıştı. Yerde yatan adam acı içinde inliyordu ve Umut hızlı bir şekilde adamın yanına gitti. Adam yerde yatarken Umut'u görünce yalvarmaya başladı.
"Ne olur? Götür beni. Beni burada bırakma!"
Umut, ona göz devirerek bakmaya başladı ve en sonunda silahını çıkararak adamın kafasına sıktı. Adam silahı görünce çok korkmuştu ve son sözleri "hayır! Yapma lüt-" oldu. Yaralı adam yüzünden zaman kaybeden Umut ve gurubu tüm güçleri ile aylaklardan kaçmaya başladılar.
Fazla zaman kaybetmişlerdi ve aylaklar onlara çok yaklaşmıştı. Ve sokağın sonuna geldikleri sırada yan tarafa döndüler ama karşılarına yine aylaklar çıktı ve iki aylak sürüsü ortasında kapana kısılmışlardı. Nereye gideceklerini bilemiyordular ve geri geri giderek bir binanın kapısına yaslanmaya başladılar. Kaça bilecekleri bir yer yoktu ve biraz sonra ölecekleri ama ne olduysa geriye doğru düştüler, düşmelerinin sebebi kapının açılmasıydı.
Kapıyı açan siyah, düz ve az kısa saçlı koyu kahverengi gözlü, hafif uzun boylu bir kızdı. Gurubu içeriye aldıktan sonra kapıyı kilitledi ve "benimle gelin," dedi. Gurup şaşkın bir şekilde kızı takip etmeye başladı. Kız, gurubu bir odaya getirdi. Umut, kıza şaşkın bir şekilde bakmaya başladı ve telefonunu çıkardı, Sima'nın lisedeyken olan fotoğraflarına baktı. Bir kıza, bir fotoğraflara bakıp durdu ve en sonunda o kıza bir soru sordu.
"Sima?"
"Adımı nerden biliyorsun?" Dedi şaşkın bir şekilde Umut'a bakarak.
"İnanamıyorum! Çok değişmissin, seni tanıyamıyordum! Ben Umut." Umut çok mutluydu ve kulaklarına kadar varan bir gülümse yüzünden belirdi.
"Bu gerçek mi? Sen misin? Umut?" Sima o kadar heyecanlı ve mutluydu ki... kesik kesik konuşuyor ve gözleri doluyordu.
İkiside biribirlerine ne diyeceklerini bilemiyordular ve şaşkınlık içinde konuşmaya başladılar. En az onlar kadar Zeynep ve Ahmet'te şaşkındı.
"Siz tanışıyor musunuz?" Diyerek gözlerini büyüttü Ahmet.
"Bu... Benim... Biricik... Aşkım..." dedi Umut, kesik kesik ve duraksayarak konuşarak.
Bir süre boyunca ne diyeceklerini bilemediler ve zaman geçtikçe kendilerine gelmeye başladılar. Kendilerine gelince etrafı aylaklarla çevrili bir binada olduklarını hatırladılar. Sima'nın gözüne bir şey takılmıştı: Ahmet'in kolu. Merak içinde onun kolunadan gelen kana baktı ve endişeli bir şekilde sordu.
"Sen ısırıldın mı?"
"Hayır Sima! Sadece kurşun sıyırdı," diyerek atıldı Umut.
"Kurşun mu? Yoksa şehirden yükselen silah sesleri sizden mi geliyordu?" Dedi Sima.
"Evet, buraya benzin bulmak için gelmiştik ve bulduğumuz zamanda gurubumuzun yanına gitmeye başlamıştık ama karşımıza iki adam çıktı ve bizden silahlarımızı, çantalarımızı istediler. Kabul etmeyince içlerinden lider olsa gerek bana meydan okudu ve onunla dövüştüm, kazandım ama o yenilince bana silahı ile ateş edeceği sırada Ahmet ondan hızlı davrandı ama diğer o iki adam da Ahmet'e ateş etti. Ahmet hafif yaralandı. Diğer iki kişiden birini Zeynep öldürdü diğerini ise yaraladı. Diğerini öldürdüğümde zaman kaybettik ve tüm gücümüzle aylaklardan kaçmaya çalıştık ve şimdide burdayız," uzun bir konuşmadan sonra, derin bir nefes aldı Umut.
Sima bunları duyunca biraz üzüldü ve başını hafif öne eğdi. Bunu gören Umut, Sima'ya merak ile sordu.
"Ne oldu?"
"O iki üç kişi ile biz'de karşılaşmıştık."
"Biz derken?"
"Yanımda Kerem'de vardı ve bir kişi daha; onunla yeni tanışmıştık. Bu adamlar bizden de aynı şeyleri istedi ama kabul etmeyince onlarla çatışmaya girdik. Kerem ve daha ismini bile bilmediğim o adam öldü, sadece ben kalmıştım. Onlardan kurtulmayı başardım ve buraya saklandım ve şimdide sizi görüyorum," Kerem'in öldüğünü söylediği zaman gözleri dolmuştu Sima'nın.
Umut, Sima'nın göz yaşlarını silerek...
"Kerem mi? Nasıl olur? Daha bir kaç gün önce onunla telefon ile konuşmuştum ve Bursa yolunda olduğunu söyledi. Bana bir sürprizi varmış.""Hmm... Ne sürprizi ya?" Merekla sordu Sima.
Umut bir süre boyunca Sima'nın zeytin gözlerini izledikten sonra başını salliyarak -aşşağı yukarı- konuştu.
"Sanırım o sürpriz Sensin."Sima ve Umut birbirlerinin gözlerinin içine bakmaya başladılar. Ardın birbirlerine yavaşça yaklaşıp sarılmaya başladılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SALGIN
Science FictionHiçbir kokunun bastıramayacağı, çürümüş cesetlerden yayılan nâhoş kokular hakim oluyordu etrafa... Hiçbir yağmurun seyreltemeyeceği kadar hatta damlalar düştükçe çoğalan kanlı göletler... Üstünde yürüyen çürümüş cesetler...