Leyla'nın gözleri resmen şelaleye dönüyor. Leyla hıçkıra hıçkıra babasının yanına gidip ona sarılıyor. "Baba, ne olursun gitme baba! Annem gitti, abim gitti... Şimdi sıra sen de mi? Onlardan bir tek sen geriye kaldın. Ne olur sen de gidip beni yalnız bırakma..."
Salih ise sadece kızının sırtını sıvazlamakla yetiniyor. Yüzündeki acı oldukça yürek dağlıyıcı.
***
Kanepede oturup kafamın içindeki düşüncelere dalmışken yanıma Leyla geliyor. Başımı kaldırıp ona bakıyorum. Öncelikle yüzündeki gözyaşlarını siliyor. Sonra da düğümlenmiş olan boğazından çıkan zar zor kelimelerle benimle konuşuyor: "Babam... seni istiyor."
Bir şey diyemeden öylece kalakalıyorum ve bir süre sonra ağır adımlarla Salih'in kaldığı odaya gidiyorum. Odanın kapısından içeriye gözetlediğimde Salih kuru kuru öksürüklerle beni yanına çağırıyor. Ben de odaya giriyorum. "Başta senin kızımın yanında dahi görmek istemiyordum. Ama şimdi bundan başka çarem kalmadı..." Cümlesini kuru bir öksürük kesiyor. "Ben, ben gidiyorum. Kızım tek başına hayatta kalamaz. Ama sen küçük olmana rağmen bu işi iyi yapıyorsun." Derin bir soluk alarak devam ediyor: "Kızımı sana emanet ediyorum. Bundan başka çarem yok... Ona iyi bak." Söylediklerini tamamlandıktan kısa süre sonra gözkapakları kapanıyor. Yüzü bembeyaz olmuştu. Bunun yanında aylağın ısırdığı yerden iyice yayılmıştı enfeksiyon, damarları şişerek mosmor olmuştu.
***
Kana bulanan ellerimi elimdeki bezle temizleyerek aşağı iniyorum. Ve iner inmez Leyla ile karşılaşıyorum. Leyla'nın gözleri kanlı ellerime kaydığı zaman başını sallıyor, "Hayır, hayır, hayır..!" Üstüme yürüyerek, "babamı nasıl öldürürsün sen! Nasıl!" Omuzlarımdan tutup beni sallıyor ama her geçen saniye daha gevşek sallıyor ve en sonda omuzumu kavrayan eller beni bırakıyor ve dizlerinin üstüne çöküp hıçkıra hıçkıra ağlıyor.
Onun hizzasına gelip fısıldayarak, "o zaten ölmüştü. Ben sadece yapmam gerekeni yaptım. Onu rahat bir uyku çekmesini sağladım. Lütfen daha fazla ağlayarak kendini mahvetme... Baban, seni bana emanet etti." Son korduğum cümle üzerine Leyla başını kaldırıyor ve sulu gözlerle bana bakıyor. Ne yapacağını şaşırmış bir şekilde beni izliyor.
"Sana mı..?" diyor titrek bir sesle.
"Evet, bana," diyorum. "Emanete iyi bakmalıyım, o yüzden kendini toparla hemen. Yapacak çok işimiz de var ayrıca."
***
Sabahın erken saatlerinde kalkıp Salih'in cesedini dışarıya çıkarıyorum. Leyla'nın babasının cesedini görmesi engellemek için de bu işi sessizce halletmeye çalışıyorum. Fakat bu pek mümkün değil. Salih seksen kilo civarlarında iri bir adam ve ben 13 yaşında bir çocuğum. Bu zorlu işi sessiz bir şekilde yapmam pek mümkün olmuyor. Salih'i büyük gayret sarf ederek kapıya kadar getiriyorum ve nihayette kortuğum başıma geliyor. Yanımdaki odanın kapısında Leyla beriliyor. Onu fark ettiğimde donup kalıyorum.
Leyla üstüme doğru yürümeye başladığında yeniden duygusal anların başlayacağını düşünüyorum. Ama düşüncem yerini bulmuyor. Leyla beklemediğim bir şekilde tek bir gözyaşı bile akıtmıyor, dik durarak kapıyı açıyor ve babasının cesedini taşımama yardım ediyor. Bunları yaparken ağzından tek bir kelime bile çıkmıyor.
Cesetle beraber dışarıya çıktığımızda "Kazma, kürek var mı?" diye soruyorum. Leyla bir şey söylenmeden ambar gibi bir kulübeye giriyor ve kısa süre sonra ellerinde ucu sivri iki kürekle dönüyor.
***
Aylakların tamamını çiftlikten uzaklaştırdıktan sonra bir ağacın altında Leyla'nın ailesini gömüyoruz. Hepsi için birer fatiha süresini okuyup ellerimi yüzüme sürtüyorum. Leyla da benim gibi fatiha okuduktan sonra ne yapacağımız hakkında pek bir fikrim kalmıyor. Öğle vaktindeydik. Leyla ailesinin mezarlarında dikilip duruyor ve ben ise ağacın gölgesinden faydalanıyorum.
Yaklaşık olarak aradan geçen on dakikadan sonra değişen pek bir şey olmuyor. Leyla, Güneş'in altında öylece dikilip duruyor. Ona doğru ilerleyip elimi onun omzuna koyuyorum. "Leyla... Güneş'te fazla durdun. Artık içeri girelim."
Leyla bir süre daha bekledikten sonra ayağa kalkıp evin içine doğru ilerlemeye başlıyor. Evin içine girdikten sonra Leyla kendini koltuğa bırakıyor. Ve ben de onun biraz uzağına oturuyorum. Silahımı çıkarıp masanın üstüne yerleştiriyorum.
Leyla'yı seyre koyulduğumda, Leyla'nın gözlerinin silahımda olduğunu fark ediyorum. Belki de merak ettiği için öyle bakıyordur... Diye düşünerek rahatlamaya çalışıyorum ama Leyla'nın ayağa kalkıp silahımı eline alması içimdeki rahatlığı ortadan kaldırıyor. Umarım bir çılgınlık yapmaz...
"Babamı bu silahla mı vurdun?" diye bir soru soruyor silahla oynarken. İçimden bir his, büyük olay patlayacak, diyor. "Babam beni silahlardan hep uzak tutardı. Doğrusu benim de silahlara pek bir merakım olmazdı... Silahlardan çok aileme değer verirdim. Ve artık bu hayatta değer verdiğim kişiler yok! O zaman ben neden daha fazla bu değersiz hayatımı sürdüreyim!" diyerek silahı şakaklarına dayıyor. Benim gözlerim korkuyla açılırken yerimden fırlıyorum.
"Hayır!" demem fayda vermiyor ve Leyla tetiği çekiyor! Ama nedense hiçbir şey olmuyor, silah patlamıyor. Leyla da en az benim kadar şaşkın bir şekilde silaha bakıyor ve yeniden tetiği çekiyor. Yine patlamıyor. Yine çekiyor ve yine patlamıyor. Sonradan fark ediyorum ki sürgüyü çekmemiş..! O an içime büyük bir huzur serpiliyor. Kendimi kanepeye bırakıp, "İyi ki baban seni silahlardan uzak tutmuş. Silahın ateşlenmesi için ilk önce kapağı yani sürgüyü çekmen gerekiyor. Böylece mermi namlunun ucuna gelir," diyorum. Ama ordan sonra büyük bir aptallık yaptığımın farkına varıyorum. Leyla bu sefer sürgüyü çekmeye başlıyor, oldukça zorlanarak çekiyor. Tam fırlayıp onu durdurmaya çalışacağım sırada Leyla acıyla inlemeye başlıyor.
Leyla, parmağını namluya sıkıştırdığını fark ettiğimde hemen silahı dikkatlice kavrayıp sürgüyü çekiyorum. Ve namlu boşluğu açıldığında Leyla'nın parmağı serbest kalıyor. "Parmağım acıyor..." diye inliyor Leyla. Morarmış olan parmağını avucumun içine alıp Leyla'nın parmağına üflemeye başlıyorum. Yapılacak en iyi şeyin bu olduğunu düşünüyorum.
"Merak etme, yaşayacaksın." Leyla'nın resmen sapsarı olan ela gözleri bana odaklandığında, "lütfen bir daha böyle bir şey yapma. Baban seni bana emanet etti! Emanete sahip çıkmalıyım."
________________
BÖLÜM SONU
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SALGIN
Science FictionHiçbir kokunun bastıramayacağı, çürümüş cesetlerden yayılan nâhoş kokular hakim oluyordu etrafa... Hiçbir yağmurun seyreltemeyeceği kadar hatta damlalar düştükçe çoğalan kanlı göletler... Üstünde yürüyen çürümüş cesetler...