"Sima... Sima... Sima..."
Diye Mehmet söylenip duruyordu. Öfke yüzünü karartmıştı, kalbini mühürlemişti. Sima'nın adını söylüyor ve elindeki bıçağı masaya saplayıp yeniden çıkarıyor ve yeniden batırıp yeniden çıkarıyor... Damarları şişmişti ve kaslarını o kadar çok sıkıyordu ki yüzü, vücudu kıpkırmızı olmuştu. Masanın üstünde pek çok bıçak izi bırakmıştı ve en sonda bıçağı sert bir şekilde masaya sapladı. Bıçağın nerdeyse yarısı masaya girmişti.
Mehmet ayağa kalkıp etrafında dolaşmaya başladı. Bir yandan Sima'yı nasıl yakalyacağını düşünüyor... Bir yandan ellerini arkadan bağlayıp bir mayfa babası gibi davranıyordu. Hızlı bir şekilde odasını turluyordu ama aniden durdu. Kafasında adeta ampul yanmış gibi oldu, aklına bir fikir geldi. Aklına gelen fikir, oldukça zekice olduğunu düşünmeye başladı ve fikirini yüksek bir sesle söyledi.
"Ben neden bu kadar çok uğraşıyorum? Ne için uğraşıyorum? Niye uğraşıyorum? İzaha gerek yok! Sima ya dışarıda ölecek ya da... Tilki dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına gelecekti... Ahh... Ne kadar da zekiyim..."
Mehmet kendisi ile böbürlenip duruyordu. Oldukça yüksek bir ses ile konuşmuştu ki askerler içeriye daldı. Askerler, Mehmet'in başına bir şey geldiğini sanmışlardı ama onu sapa sağlam görünce şaşırdılar.
"Ne oluyor lan!? Kapı çalmak nedir? Bilir misiniz?"
"Şey... Efendim! Sesinizi duyduk ve bir şey oldu sandık."
Mehmet kıkırdayarak koşmaya devam etti, "evet oldu. Sima denen orusupuyu elbet buraya gelecek. Yani onu aramayı bırakın. Ve arkadaşları için buraya geldiği zaman... Muhaha..." son kısımda yine çirkin bir şeytani kahkaha patlatmıştı. Askerler, Mehmet'e trene bakan öküz gibi bakıyordu. Yüzlerinden anlaşılacağı gibi bir şey anlamamışlardı.
***
"Şimdi ne yapacağız Zeynep? Onları nasıl kurtaracağız o caninin elinden? Bir şey yapmalıyız Zeynep..."
"Hey Sima! Öncelikle sakin olacağız."
"Eee... Peki ya sonra?"
"Benim bir planım var."
"Ne? Neymiş o planın?"
"Sen şimdi bir ninjasın ya... Yani hemen hemen. İşte sen otele gizlice gireceksin ve araçlara bunları yerleştireceksin." diyerek elinde tuttuğu c4 patlayıcılarını gösterdi.
"Onları nereden buldun?"
"Eh! Bizimde bir kaç bildiğimiz vardır herhalde kızım! Neyse... Sen araçlarını uçurunca ben, onları uzaktan tek tek indireceğim. Mağlum... Ben bir keskin nişancı sayılırım sonuçta. Sonrada sen, bizimkileri kurtaracaksın. Ama bir aracı uçurma ha... Birine binip gideceğiz. Ve şu ilerde gördüğün yer var ya... Orada bulusur, beni orada alın. Hadi basla- ha siktir... Onlarda nerden çıktı?"
Dedi ve gözlerini büyüte büyüte ilerde duran aylaklara çevirdi. Sima, Zeynep'in şaşkınlıkla baktığı yöne bakınca oda şaşırdı. Nerdeyse beş yüz aylak vardı orada ve son sürat otele ilerliyorlardı.
"Olamaz! Çabuk bana ver şu patlayıcıları Zeynep. Hızlı olmalıyız!"
Sima hemen c4 leri alıp koşmaya başladı. Tüm hızı ile otele koşarken hızını biraz yavaşlattı. Göztleyiciler de aylakları fark etmişti ama nedense hiç biri bu aylakları takmıyorlardı. Sima dışardan tırmanılması daha kolay olan duvara tırmanmaya başladı. Yere bakınca; daha önceden kazmış oldukları hendeğin içindeki aylakları gördü. Hâlâ bazıları yaşıyordu ama zar zor kıpırdıyorlardı. Sima tırmanmaya devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SALGIN
Science FictionHiçbir kokunun bastıramayacağı, çürümüş cesetlerden yayılan nâhoş kokular hakim oluyordu etrafa... Hiçbir yağmurun seyreltemeyeceği kadar hatta damlalar düştükçe çoğalan kanlı göletler... Üstünde yürüyen çürümüş cesetler...