Halledilmesi gereken ilk sorun hiç şüpesiz bir barınaktı. Yine her zaman ki gibi yol alıyorlardı. Sürücü koltuğunda Mert ve yan tarafında Umut. Umut elindeki haritaya bakıyor, kalacak bir yer arıyordu. Haritada pek bir şey bulamamıştı ama yine de devam ediyordu aramaya...
***
Umut sinirle haritayı buruşturup pencereden fırlattı.
"Bu harita hiçbir işe yaramıyor..."
"Sakin ol Umut. Elbet vardır bir yer."
"Peki... Nerede Mert? Önümüzdeki kışı geçirebileceğimiz bir yer biliyor musun?"
"Buluruz."
"Ben biliyorum." herkes Sude'ye döndü.
"Nerede?" Dediler hep bir ağızdan.
"Üç kilometre ileride bir otel var. Ucuz bir otel. Ama etrafı oldukça sağlam duvarlar ile çevrili ve yağmalamamışsa içinde bol miktarda iyecek ve su olması gerekiyor. Yaz tatilinde gitmiştim."
Sima, Suden'nin omuzuna vurarak, "helal olsun be Sude... Süpersin." dedi. Herkesin morali biraz yerine gelmişti. Mert gaza bastı ve otele hızlı gitmek için.
***
Bir yol kenarında duran bir otel gördüler. Üç katlı ve pek büyük olmasa da yeteri kadar yer olan bir yerdi. Mert arabayı durdu ve Herkes arabadan indi. Kapısı zincirler ile vurulmuş kapının dibine geldiler ve içeriyi kontrol ettiler. İçeride yaklaşık elli aylak vardı. Aylaklar, et görünce hemen fırladılar ve kapının diğer tarafında duran guruba ulaşmaya çalıştılar fakat aralarındaki kapı bunu engelliyordu.
Umut bıçağını çıkardı ve aylakların kafısa saplamaya başladı. Fakat bu oldukça zordu. Umut'un korktuğu başına geldi. Bir aylağın kafasına bıçağı saplarken başka bir aylak onun kolunu tuttu. Guruptaki birkaç kişi telaşla çığlık attı. Umut kolunu çok fazla hareket ettirip zorladığı için aylaklar onu ısıramıyordu. Mert hemen Umut'u tuttu ve çekiştirmeye başladı. Arkasından gelen Sude ve Sima'da buna eklenince hemen kurtulu verdi.
"Yok bu böyle olmaz. Başka bir şey denemeliyiz," dedi Umut, nefes nefese kalmış bir şekilde.
"Evet ama... Bir düşünelim acab- hey! Selçuk ne yapıyorsun?" Sima'nın dikkatini Selçuk çekti. Selçuk bir yerde bir şeylerle uğraşıyordu ve herkes ona bakıyordu. Selçuk sonradan ayağa kalktı ve guruba dönerek elindeki sopaya bağlanmış bıçağını gösterdi. Sulçuk hafiften gülümsüyordu ve onlara doğru ilerliyordu. "Aferim Selçuk," dedi Zeynep. Umut, Selçuk'un elindeki mızarığmsı silahı yavaşça aldı ve aylaklara yöneldi.
Aylaklara saldırmıyordu elindeki mızarkla. Selçuk oldukça iyi bağlamıştı, hiç sallanmıyordu bıçak. Umut baya bir aylak öldürmüştü. Aylakların bir çoğu kapının önüne yığılıyor ve böylelikle arkadan gelen aylakların ilerlemesini engelliyorlardı. Kapının önüne o kadar çok aylak birikmişti ki artık arkadaki aylaklara yetişemiyordu. "Açılın açılın!" herkes Sude'nin sesi ile yol verdi. Sude elindeki on kiloluk taş ile hızla kapıya koşuyordu.
Sude büyük bir hızla taşı kapıya fırlattı. Kapının kilidine çarpan taş paramparça olmuştu ama kilit yamularak açılmıştı. Çarpmanın şiddeti ile gök gürültüsüne benziyen bir ses çıktı. Kapının kilidi kırıldığında herkes silahlarına uzandı ama Umut bunu görünce, "durun! Bu işe sessiz halledersek çok daha iyi olur," dedi. Bazı kişiler elinde tuttuğu silahı ters çevirip bir sopa niyetine kullanıyordu ve bazı kişiler ellerindeki kısa ama keskin bıçaklara uzanmıştı.
Umut elinde tuttuğu mızrağı Selçuk'a verdi ve silahına uzandı çünkü onun silahında susturucu vardı. Sima'da susturuculu silahlarını çıkardı ve öncelikle silahlar ile aylaklara ateş atmeye başladılar. Aylaklar yerde duran tamamen ölü aylakların üstünden geçiyorlardı fakat geçerken dengeleri oldukça bozuluyordu. Aylaklar düşe kalka guruba ilerliyordu. En sonunda kapıya ulaştılar ve kapıyı ittiklerinde kapı açıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SALGIN
Science FictionHiçbir kokunun bastıramayacağı, çürümüş cesetlerden yayılan nâhoş kokular hakim oluyordu etrafa... Hiçbir yağmurun seyreltemeyeceği kadar hatta damlalar düştükçe çoğalan kanlı göletler... Üstünde yürüyen çürümüş cesetler...