Minghao elindeki fırçayla tablosuna son birkaç darbe daha attı. Profesyonel bir ressam değildi ama resim yapmak büyük bir tutkuydu onun için.
Çiziminde yıllardır gitmediği cenneti tasvir etmeye çalışmıştı. Gerçekten çok fazla özlemişti. Bulutlara akan uzun ve büyük ırmağı, gökyüzünün her zaman güneşli, havanın her zaman sıcacık oluşunu, arkadaşları Wonwoo'yu, Mingyu'yu çok özlemişti.
Gerçi o ikisi artık cennette değildi. Ama Minghao'nun güzel anılarında ikisi de cennetteydi. Gerçekten çok iyi zamanlar geçirdiği bu iki yakın arkadaşının sonunun bu denli kötü olacağını, onları bulamayacaklarını bilseydi, durdurmak için elinden geleni yapardı.
"Şimdi ne haldeler kimbilir. Umarım iyilerdir."
Minghao iç çekti. Arkadaşlarının cennetten kaçışını, onları her yerde arayışlarını, sonunda onların cehennemde olduğunu öğrenişini unutamıyordu.
Flashback -1900 başları-
Wonwoo Mingyu'nun dizinde en sevdikleri ağaçlarının altında dinleniyordu. Mingyu'nun elleri saçlarında dolaşıyordu. Bu Wonwoo'yu o kadar rahatlatıyordu ki, cennette olmak bile Mingyu'nun yanında olmaktan daha iyi gelmiyordu ona.
Yaşadığını iliklerine kadar hissetmesini sağlayan, tüm hastalıkları geçirebilecek kadar yüksek enerjiye sahip cennet bile Mingyu'nun elleri ile kıyaslanamazdı. Wonwoo'nun böyle bir pozisyonda yapabileceği en güzel şey, bütün evrendeki en güzel yüze bakmaktı.
Wonwoo Mingyu'nun bir problemi çözmeye çalışırmış gibi ırmağa bakan gözlerini anlamlandıramasa da, hafif çatık kaşları, kısa turuncu saçları, tamamen tek bir noktaya bakan gözlerini izlemek cennette yaptığı ya da yapabileceği her işten daha önemliydi.
Esmer teni güneşin altında o kadar güzel görünüyordu ki, Wonwoo'nun, Mingyu'nun koluna sarılmak için kendisini hafif yukarı kaldırmaktan başka şansı yoktu.
Adeta bir kedi gibi sarıldığı güzel kolun diğer eşi, Wonwoo'nun belini sardı. Mingyu Wonwoo'ya iyice sarılabilmek için onu sağ bacağına oturttu. İkisininde yüzünde oluşan kocaman gülümseme , eğer yapabilecek olsaydı, ırmağın diğer tarafına uzanan, kocaman bir gökkuşağı oluşturabilirdi.
"Benim güzel Wonwoo'm."
Wonwoo seslenişle kafasını Mingyu'nun yüzüne bakabilmek için kaldırdı.
"Hımm"
Konuşabilme yetisini birkaç saniye önce Mingyu'nun kollarında olmanın verdiği o muhteşem hisle biraz kaybetmiş olabilirdi.
Mingyu mırıldanan Wonwoo'yu çenesinden kibarca tuttu. Başparmağı çenesini severken, gözleri Wonwoo'nun yüzünü kıymetli bir elmasmış gibi inceledi.
Uzanıp güzel dudaklarına bir öpücük kondurduğunda anında aldığı karşılık, öpücüğün üstünden gülümsemesine sebep oldu. Wonwoo, Mingyu'nun gülen dudaklarına bir öpücük daha kondurdu. Tekrar sarılmalarına geri döneceklerdi ki, yüksek bir sesle irkildiler.
"Size söylemiştim. Yakın arkadaşlar deyip durdunuz ama yakın arkadaşlar öpüşmez."
Mingyu ve Wonwoo duydukları sese doğru baktıklarında cennet heyetinin üyelerinin ayak işlerini yapan Yugyeom ve yanında en genç heyet üyesi Jaebum'u gördüler.
Toparlanıp hızlıca ayağa kalkacaklarken Wonwoo sendeledi, ama Mingyu düşmesine izin vermeden onu belinden yakaladı.
Wonwoo Mingyu'nun kollarından tutarak ayağa kalktığında, Yugyeom hem konuşup hem onlara yaklaşmaya başladı. Eliyle işaret edip bağırıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESSENCE
FanfictionBaşmelek Woozi geçmişte yapılan bir savaşta öldürülür. Geriye sadece özü kalır. Evrene yetemeyecek kadar az olan öz için anlaşma yapan, cennetin ve cehennemin, şeytanların, meleklerin ve arada kalan insanların hikayesi. Ficte çok fazla zaman geçişi...