Wonwoo sabah mide bulantısıyla uyandı. Mingyu'ya sarılıp uyumuştu. Ama şuan yatakta Mingyu'dan olabildiğince uzaktı. Hızlıca ayağa kalkıp kendisine içine kusabileceği bir şeyler bulmaya çalıştı.
Aklına odalarının karşısındaki ne için olduğunu bile bilmediği -cennette kim sıçıyordu Tanrı aşkına?- lavabo geldiğinde adeta koşarak oraya gitti. İçinde ne var ne yoksa çıkardı. Çok bir şey yemediği için uzun sürmemişti.
Biraz toparlanmak için elini ve yüzünü yıkadı. Aynada yüzüne baktı ve birkaç kere kendisini hafifçe tokatladı. Bu mide bulantıları ve baş ağrısı, onu iyice sinir etmeye başlamıştı.
Odaya döndü. Uyumanın tüm bu aptal hastalığı alıp götürmesini diledi. Çıplak vücuduyla dışarıya koştuğunu farkettiğinde, onca şeyden sonra bu olaya omuz silkip yatağına geri döndü.
Mingyu kırmızı örtünün altında sadece göğsü gözükürken, dağılmış turuncu saçları, uyurken hafif aralık bıraktığı güzel gözleri ve esmer teniyle lezzetli görünüyordu.
Mingyu ne zamandan beri bu kadar güzeldi, bilmiyordu. Wonwoo'nun tek hatırladığı kaçmak, kaçmak ve kaçmaktı. Uzun zamandır kaçıyorlarmış gibi hissediyordu. Kaçmalarından öncesi artık gözüne çok uzak geliyordu.
"Gelsene."
Mingyu, o gözlerini nereye baktığını bile farketmeden bir yerlere sabitlemişken söyledi.
"Uyandırdım mı?"
"Hayır. Gel hadi."
Wonwoo vücudunu Mingyu'ya doğru yöneltti.
O yöneltmişti yöneltmesine, ama midesi kendisini lavaboya yöneltmeyi daha çok istiyordu.
Wonwoo önemsemeden Mingyu'ya doğru yürüdü. Mide bulantısı gittikçe artıyor, tırnaklarını eline geçirmesine sebep oluyordu.
Mingyu ayağa kalkıp dün yere hızlıca fırlattıkları giysileri topladı. Wonwoo'ya ait olan siyah tişörtü ve eşofman altını ona yardım ederek giydirdi. Wonwoo, ağır şeyler atlatırken bir de ciddi bir üşütmeyle uğraşmasını istemiyordu. Kendi üstünü de hızlıca giyinip yatağa geri oturdu.
Wonwoo, Mingyu'nun yanına oturmasıyla ona döndü. Yüzüne doğrudan bakmamaya çalıştı. Mide bulantısı başını her kaldırışında artıyordu. Mingyu üstünü giydirirken kafasını hiç yerden kaldıramamıştı. Havaya bakmaktan bulanıyordur diye düşündü. Mingyu'yla bir alakası olamazdı.
"Beanie'm, çok yoruluyorsun. Değil mi?"
Wonwoo, Mingyu'nun yüzüne bile bakamazken Mingyu'nun hala kendisini düşünmesi Wonwoo için azap haline gelmeye başlamıştı. Tek istediği, biraz kavga ve birkaç hakaretti. Dün Seungcheol hakkında düşündükleri ve sonrasında gelip Mingyu'yla birlikte oluşu, ona kendisini berbat hissettirmişti.
Mingyu elini Wonwoo'nun çenesine uzatıp onu göz hizasına getirdi. Gözleri buluştu. Wonwoo midesinde hissettiği yanmayı görmezden geldi. Elbet geçecekti.
Mingyu cevap bekleyen bakışları suratındayken elini çenesinden yanağına çıkardı. Wonwoo'nun sağ yanağını sevdi.
"İyiyim ben."
Wonwoo Mingyu'nun gözleri üzerindeyken tamamen iyiymiş gibi rol yapmaya çalışmaktan yorulmuştu. Bir şeyler ters gidiyordu. Ve bunu kimseye anlatamıyordu. Aniden gelen duygularla gözleri dolarken kendisini Mingyu'nun kollarına attı.
Mingyu Wonwoo'yu sakinleştirmeye çalışmadı, sırtını sıvazladı ve biraz ağlamasına izin verdi.
Wonwoo mide bulantısına resmen savaş açarak, Mingyu'ya sarılmaya yaklaşık beş dakika boyunca devam etti. Kendisini o kadar tuttu ki bir ara az daha Mingyu'nun sırtına kusacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESSENCE
FanfictionBaşmelek Woozi geçmişte yapılan bir savaşta öldürülür. Geriye sadece özü kalır. Evrene yetemeyecek kadar az olan öz için anlaşma yapan, cennetin ve cehennemin, şeytanların, meleklerin ve arada kalan insanların hikayesi. Ficte çok fazla zaman geçişi...