"hırçın hırçın, pembe pembe
öfkeli öfkeli gül
gül kokuyorsun nefes nefese."
--Edip Cansever—————————
Uyandığında içi kıpır kıpırdı Jungkook'un.
Jimin'in evinden döndüğünde planı çoktan belliydi aslında, ya da doğruyu söylemek gerekirse planının sadece başlangıç kısmı belliydi ancak onun için önemli olan kısmı da buydu. Çünkü şimdiye kadar öğrendiği bir şey varsa o da söz konusu Jimin olduğunda, her bir adımını öncesinden hesaplasa, nefeslerini, geçirdiği saniyeleri dahi saysa bile hiçbir faydasının olmayacağı, çünkü onun karşı karşıya geldikleri ilk anda ayaklarını yerden kesip her şeyi unutturacağıydı. Yani kısacası, planının ilk kısmını başardıktan sonra gerisi çorap söküğü gibi gelmeyecekse bile zihni bunu anlamak için çok uzaklarda olacaktı, dolayısıyla başlangıcını hallettikten sonra devamında ne olduğunu planlamasının da pek bir önemi yoktu.
Zihnini boşuna hareketleri hakkında kafa yorup ardından hüsrana uğramasından korumaya çalışarak meşgul olmaya adadı kendini. Duşunu aldı, evini toparlamaya çalıştı. Yastıklarını defalarca düzeltti, yatak odasının kapısını en az on kere açıp içerinin durumunu kontrol etti. Saçlarına ayırdı belirli bir vaktini, ona çekidüzen verdi, biraz daha zaman geçirmek için bir şeylerle daha uğraşmaya zorladı kendini ancak sonuçta başarısız oldu ve sonunda Jimin'in evine doğru yola çıktı.
Bu aklından geçse dahi haber vermemişti Jimin'e geleceğini. Tepkisini merak ediyordu, çünkü önceki gece bir nevi bir meydan okuma yükselmişti aralarında. Hyungu onun herhangi bir şeye girişmeyeceğini düşünüyor olmalıydı onunla konuşma şekline bakılırsa, ancak artık Jungkook'un canına tak ettiğini de bilmeliydi. Etrafındakiler farklı düşünecek olsalar dahi Jungkook'un sabrının bir sınırı vardı ve o, o sınırı çoktan aşmıştı. Bu yüzden olacaklardan artık kimse sorumlu değildi.
Kapıyı açan Jimin'in yüzündeki ifade görülmeye değerdi.
Kafa karışıklığının onu görmesinden kaynaklanan sevinçle olan birleşimi yüzünü tatlı bir ifadeye sokmuştu. "Jungkook?" derken dudaklarının aldığı şekil neredeyse oraya gelme amacını unutturmaya yeterdi Jungkook'a ve kendini, ve izleyen olsa onları da, şaşırtarak "Hey," kelimesini çıkardı dudaklarının arasından. Şimdilik iyi gidiyor sayılırdı, bu kısmı atlattıktan sonra kendine gelecekti muhakkak. "Annenle konuşmayı umuyordum."
"Ne? Neden?" Jimin geri çekilmeden kaşlarını çatmış bir şekilde ona bakarken küçük olan gülümsememek için zor tutuyordu kendini. Jimin'i hazırlıksız yakalamak oldukça zordu. Hep görmüş geçirmiş, yaşayabileceği her şeyi yaşamış bir havası vardı onun. Sanki olacakları önceden biliyor ve her şeye hazırlıklı oluyor, bu yüzden de kolay kolay sarsılmıyormuş ve kendini tutabiliyormuş gibi. Bunda evde yaşadıklarının payının olduğunu biliyordu Jungkook. Jimin babasının onun zayıf anlarını kolladığını bildiğinden hiçbir zaman etkilendiğini göstermemişti ona. Hayatının büyük çoğunluğunda bu şekilde hareket etmiş olan birinin bu korumacı tavrının hayatındaki diğer insanlara karşı bir duvar örmesi şeklinde kendini göstermiş olmasına da şaşırmıyordu bu yüzden, ancak onun da o duvarların arkasında Jimin'le beraber olduğunu bilmek iyi geliyordu ona.
"Bu yetişkinler arasındaki bir mesele, hyung." Jimin'i hafifçe iterek içeri geçerken yanağına hızlı bir öpücük kondurmaktan alıkoyamadı kendini. "Eunji teyze?" diyerek içeri seslendi. "Benim, Jungkook."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
paint me , jikook
FanfictionHayatında yolunda gitmeyen her şeyi silip yeni, temiz bir sayfa açmak için çok zaman harcamıştı Jungkook, çok çabalamıştı. Kendini baştan yaratmış, yepyeni bir insan olup çıkmıştı. Şimdiyse bunlara sebep olan, hikayesinin ana kahramanı gelip açtığı...