Yaşama bir bak: yaşam Aristo veya Öklid'in öğretileri gibi değildir. Yaşama kendi kavramlarını yüklemezsen, her şeye olduğu gibi bakabilirsen, o zaman şaşkınlıkla göreceksin ki zıtlar birbirini tamamlıyor. zıtların arasındaki gerilim yaşamın temelini oluşturuyor-yoksa yaşam yok olurdu. Ölümün olmadığı bir dünya düşün... Beynin" o zaman yaşam sonsuza dek olacak" diyebilir, ama bu doğru değildir. Eğer ölüm olmazsa yaşam da yok olur. Ölüm olmadan yaşam var olamaz; ölüm ona gereken arka fonu sağlar, renk ve derinlilik verir, ölüm ona tutku ve yoğunluluk verir. Bu yüzden ölüm yaşamın karşısında değil- herşeyden önce- ölüm yaşamın içindedir. Eğer sahici bir yaşam sürmek istiyorsan nasıl devamlı sahici bir şekilde öleceğini de öğrenmelisin. Doğum ile ölüm arasındaki dengeyi sağlamalı ve tam ortasında durmalısın. Bu ortada kalma hali kalıcı olamaz: bir şeyi elde ettin ve her şey bitti. Bu demek değildir, sanki yapacak bir şey kalmamış gibi Bu saçmalıktır. Kimse sonsuza dek dengesini koruyamaz, onu tekrar tekrar elde etmelisin, etmeliyiz.. Bunu anlamak çok zor çünkü beyinlerimiz gerçek hayatta uygulanması imkansız bazı kavramlarla yoğrulmuştur. Bir kez meditasyona ulaştın mı artık yapacak bir şey kalmadığını sanıyorsun, sanki hep meditasyon halinde kalacaksın. Bu yanlış. Meditasyon kalıcı değildir. O bir dengedir. Ona tekrar tekrar ulaşman gerekir. Onu elde etmekte gittikçe daha başarılı olacaksın ama elinde bir eşyaymış gibi sonsuza dek kalmayacak. Her an ona sahip çıkman gerekiyor fakat o zaman senin olabilir. Gevşeyemezsin, " Ben meditasyon yaptım ve başka bir şey yapmam gerekmediğini fark ettim artık dinlenebilirim," diyemezsin. Yaşam dinlenmeye inanmıyor; o bir mükemmeliyetten diğerine doğru kesintisiz bir hareket. Bana kulak ver: bir mükemmeliyetten diğerine. Asla kusurlu değil, hep mükemmel, ama her zaman daha da mükemmeline ulaşmak mümkün. Mantık açısından bu sözler anlamsız. Bir anekdot okumuştum...Bir adam hesabı sahte parayla ödemiş olmakla suçlanıyordu. Mahkemede paranın sahte olduğunu bilmediğini iddia etti. Kanıtlaması için sıkıştırıldığında itiraf etti: "Çünkü o parayı çalmıştım. Sahte olduğunu bildiğim parayı çalar mıyım hiç?" Bu savunmayı değerlendiren hakim, mantıklı olduğuna karar verdi ve sahte para suçlamasını geri çekti. Ama yeni bir suçlama getirdi - hırsızlık."Tabii, parayı çaldım," dedi suçlu rahat bir tavırla. "Ama sahte paranın kanuni hiçbir değeri yoktur. Ne zamandan beri hiçbir şey çalmak bir suç oldu ki?" Kimse bu mantıkta bir kusur bulamadığından adam beraat etti. Ama mantık yaşamda işe yaramıyor. Paçayı o kadar kolay kurtaramıyorsun. böyle düşünmeler her zaman yoluma ışık olmuştur. Düşüncelerimi her zaman soyut olsa bile somut olarak tutmaya çalışıyordum çünkü: soyut olduğu zaman herhangi bir planında soyut olarak düşündüğün her şeyi hayata geçiremiyorsun, somut olarak düşünülen her şey aslında daha çabuk yaşanılabilir hale gelebiliyor. Soyut düşünürsen ölürsün, somut düşünürsen yaşarsın, mantığındaydım hep. Böyle düşüncelerden sıyrılmama sebep olan da Paul'du. Saldırıya uğradığımız günden tam tamına on beş gün geçmişti, on beş günde çok insan öldürüp durmuştum. Zevk için mi öldürdün derseniz eğer hayır; zevkten yoksun sinir dolu öldürüşlerdi. Böyle zevk ala ala insanların canını yakmak istesem de yapamadım çünkü: beni öldürmeye kalkışan adamı henüz bulamamıştık ve ben delirmek üzereydim. O günü hatırlıyorum, bir adamı paketleyip depoda elleri kolları bağlı bir şekilde durduğunu ve bunlardan birinin de benim bağlantılarımdan birine musallat olduğunun varsayımını alıp yola çıkmıştık. Çıkmaz olaydık mı desem yoksa iyi ki çıkmışız mı desem bilemedim. Çünkü : o gün tam bir ölüm günüydü. Dağlaroğlu varisine saldırı düzenlemek ve kim olduğu belirsiz kişi tarafının aniden ortaya karışmasıyla ortalık cehenneme dönüştü. Cehennemden kurtuluş biletimiz Ömer Asaf Şahin'di. Her ne kadar beni kurtardığına emin olamazsam da aklıma ondan başka bir seçenek gelmiyor ne yazık ki. Ama olan oldu deyip de köşeme çekilmeyeceğimi herkes çok iyi biliyordu. Bu yüzden de Asafın babası yani Haşim Şahin benimle açık açık savaştığını ilan etti böylelikle ailemin canını hiçe saymış insanların da canını yakmama milim kalmıştı. bu durum hoşuma gidiyor mu diye soru yönetseler, gözlerim kapalı evet diye sevinç nidaları atardım çünkü, kulaklarımda halen ailemin ölümünden sorumlu insanların tek tek bulup cehenneme göndermek gibi binlerce hayal ve düşünceler vardı şimdi hepsine kısa bir ara verdim çünkü yakında toplanılacak aşiret ağalarıyla uzun süren toplantılarda yer edinecektim. Aşiret ağaları nereden çıktı derseniz kısa bir anlığına o günleri anasım geldi. Babamla, Haşim Şahin'in sıkı fıkı olduğu dönemlerden biriydi. Kimse bilemezdi ki bu sıkı fıkılığın altında binlerce ailenin dağılacağını kimse bilemezdi. Ne ben ailemin dağılacağını bilirdim ne de babamın illegal işlerde lider olmak üzere olduğunu bilirdim. Bilemedim, bilemediğim için şuan annem ve kardeşim öldürülmüştü. Öldürüldü.. Kadınlar öldürülemezdi ki çünkü onlar çiçekti. Çiçek olmayan bir evde huzur, mutluluk olmazdı ki tıpkı benim evim gibi sessizlik ve yanlızlık kokuyor, etraf. Hani, kırılırsın gidersin annene anlatırsın ya işte ben de mezarına gidiyorum, içimi döküp geliyorum. Ama içim çok yaralı. İlk kez böyle içimi açıyorum. En son içimi açtığım zaman Ömer Asaf Şahin tarafından terkedilmiştim. Şimdi ise beni terk edecek herhangi biri yok. Yanlızlık kokuyor, düşüncelerim. Belki , birileri olsaydı bu yaşa kadar içimdeki küçük Naz'ı tek başına yaşatmak zorunda kalmazdım. İşte bu halde olmam ayrı zoruma gidiyor. Aklıma birden Demir'le tanıştıktan bir süre sonra bana söylediği cümle geldi. "Sen çok güçlüsün, Dağlaroğlu " dedi, Demir Bulut. Güçlüydüm değil mi? Güçlüydüm, insanların yanında ağlamazdım çünkü, ağlamanın insanların zaafı olduğunu düşünürdüm, halen de öyle. İnsanlar, insanları zaaflarıyla vurmakla meşhur değil mi? tam da öyle. Bu kadar çok düşmanım varken birde kalkıp gözyaşı döküp zaaflarımı mı? belli edeyim, bu tam bir delilikti bana göre. Bazen böyle düşüncelere öyle çok dalıyorum çünkü geçmişimin kirlilikleri tüm gerçekleriyle bir kez daha yüzüme vuruyor ve ben bundan çok hoşnutsuzum. Evet, gelecekte- geçmişten pek parlak değil. Parlak olmasını isterdim. Ama değil, bu yüzden yapabileceğim herhangi bir şey yok. Gerçek dünyaya dönmemi sağlayan sevgili Paul'a yandan bir bakış attım "ne var"anlamında o bakışlarımı görünce kedi yavrusuna dönüşmesi hoşuma gitmiyor değil.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZ MASALI
General FictionBirer oyunun parçasıydık, ikimizden biri sobelenecekti. Saka kuşu & Efsunkar